Basın Açıklamaları

18 Eylül 2011 - Adaletin 200'ü - Taksim (Kumru Başer tarafından okundu)
Biz siyasi bir kavganın tarafı değiliz, olmadık. Ama gazetecilikten, gazetecilerden ve arkadaşlarımızdan tarafız. Gazetecilerin serbest bırakılmasını talep ediyoruz. tam metin

19 Haziran 2011 - Adaletin Kara 100'ü - Taksim (Rıdvan Akar tarafından okundu)
Basın özgürlüğü, herkese lazım. Çünkü gazetecilerin özgürlüğü, aynı zamanda halkın haber alma özgürlüğüdür. Çünkü biz yazmazsak hiçbir yolsuzluk, hiçbir ihlal haber olmayacak. tam metin

13 Mayıs 2011 - Kadıköy (Ruşen Çakır tarafından okundu)
Biz Türkiye’nin karanlık geçmişinin aydınlatılmasını istiyoruz. Biz derin devletin yok edilmesini istiyoruz. Biz darbelerle hesaplaşmak istiyoruz... Biz yalnız gazeteciler için değil herkes için adalet istiyoruz. tam metin

26 Nisan 2011 - Beyazıt (Özgür Mumcu tarafından okundu)
Tüm bunlar özgür basının önemi bir kez daha ispatlıyor. Türkiye prangalı bir basınla ne demokratikleşebilir, ne özgürleşebilir ne de refahını adil dağıtabilir. tam metin

18 Nisan 2011 - Bakırköy (Sedat Ergin tarafından okundu)
Bugün buraya geldik. Çünkü evrensel hukuk normlarına uygun herkese eşit adalet istiyoruz. Bunu yalnız Nedim Şener ve Ahmet Şık için değil mesleki faaliyetleri yüzünden tutuklu olan veya yargılanan tüm gazeteciler için istiyoruz. tam metin

14 Nisan 2011 - Kadıköy (Can Dündar tarafından okundu)
57’den fazla gazetecinin cezaevinde olduğu, 4000’den fazla gazeteci davasının devam ettiği ileri demokrasi ülkesinden sizlere sesleniyoruz. tam metin



BASIN AÇIKLAMALARI

18 Eylül 2011 - Adaletin 200'ü - Taksim (Kumru Başer tarafından okundu)

Bugün bizim için sıradan bir gündü.  Sabah kalktık. Eşimize, sevgilimize, çocuğumuza bir günaydın öpücüğü verdik. Kahvaltımızı yaptık, özgürce sokağa çıktık. İşimize gittik ya da gönlümüze göre bir sinemaya girdik veya bir kitap satın aldık.  Dünden bir farkı yoktu bizim için. Misal, uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla rastlaştık, köprü altında balık ekmek yedik, dostlarımızla kahkahalar attık belki de. 200 gündür yaptığımız gibi.

Ancak aynı 200 gün boyunca Ahmet Şık ve Nedim Şener demir parmaklıkların arkasındaydılar. Çocuklarına hasret, sevdiklerinden uzak, özgürlükleri askıda, mahpus.

Ve tabii aynı iki yüz gün boyunca adaletin iki yüzünü gördük. Deniz Feneri davasını sorgulayan savcılar değiştirilirken mahkeme başkanının itirazına rağmen Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutukluk hallerinin devamına karar verildi.

“Türkiye vehimler ve korkular ülkesi değil özgürlükler ve idealler ülkesi olmalı” diye yola çıkanlar, maalesef 50’den fazla gazetecinin tutuklu olduğu, dört binden fazla gazeteci davasının görüldüğü, kitapların daha basılmadan toplatıldığı ve tüm bunların ötesinde insanların düşündüğünü değil yazmaktan ifade etmekten korktuğu bir ülke yaratmışlardır.

Belki de tüm bunlardan daha vahimi adalete olan güven duygusu ciddi biçimde yaralanmıştır.

Geçen hafta yayınlanan 134 sayfalık iddianame maalesef bu inancı pekiştirir niteliktedir. Tutuklamaların ilk yapıldığı günlerde, Ahmet ve Nedim’i peşinen “Ergenekoncu” ilan edenler, bizleri “muhalif ayağına yatıp Ergenekon korosuna katılmakla” itham edenlerin vicdanları hiç mi sızlamıyor?

Delil diye iddianameye konan bilgi, belge ve notlar gazetecilik faaliyetleridir.

Gazeteci, haber kaynağı ilişkisi, kitap yazma, bir köşe yazısında bir kitaptan yapılan alıntı hatta bir gazetecinin diğer gazeteciye selam söylemesi terör örgütü talimatı ve yönlendirmesi olarak değerlendiriliyor.

Üstelik bunları terörle ilişkilendiren tek belge, bir bilgisayarda bulunduğu iddia edilen ve içinde “Nedim, Ahmet Şık’la bu konuda görüşsün. Ahmet’i çalıştırsın” yazılı not!  Maalesef insan bu iddianameyi okuyunca kendisini George Orwell’ın 1984’ünün hüküm sürdüğü topraklarda hissediyor.

Bu iddianamede Ahmet ve Nedim değil. Gazetecilik yargılanıyor. Sanık sandalyesinde basın ve ifade özgürlüğü var.

Ama unutulmamalı ki tarih, yalnız bugün iddianameyi yazanları değil Ahmet ve Nedim 200 gün cezaevinde kalırken biz gazetecilerin, biz demokrasiden, özgürlüklerden, adaletten yana olan yurttaşların tutumunu da yargılayacak.

Biz siyasi bir kavganın tarafı değiliz, olmadık. Ama gazetecilikten, gazetecilerden ve arkadaşlarımızdan tarafız. Gazetecilerin serbest bırakılmasını talep edioruz.

Dün olduğu gibi bugün de biz burada gazetecilerin hukukunu, halkımızın haber alma hakkını savunuyoruz.

Dün olduğu gibi bugün de çetelerle savaşılmasını, derin devletin temizlenmesini Türkiye’de hala gücünü koruyan 12 Eylül ideolojisiyle hesaplaşılmasını savunuyoruz.

Dün olduğu gibi bugün de eşit, özgür, demokratik müreffeh bir toplum ancak prangalarından kurtulmuş bir basınla mümkün olduğunu savunuyoruz.

Dün olduğu gibi bugün de gerçeklerin karartılmasını değil bilakis aydınlatılmasını ve evrensel hukuk ilkelerin uygulanmasını istiyoruz.

Dün olduğu gibi bugün de adalet istiyoruz.

Yeter artık. Vicdanlar daha fazla kanamasın.

Yansak da Dokunacağız

Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları
başa dön


19 Haziran 2011 - Adaletin Kara 100'ü - Taksim (Rıdvan Akar tarafından okundu)

3 Mart günü Ahmet ve Nedim evlerinden alındılar. O günden beri içerdeler. Geçen cumartesi günü çocuklarından, sevdiklerinden, özgürlüklerinden uzak yüzüncü günlerini doldurdular. Maalesef bugün adaletin 100’ü kara.

Suçları Ergenekon Terör Örgütü’ne üye olmak, ama ortada bu iddiayı destekleyen ne bir delil, ne de açıklanmış herhangi bir gerekçe var!..

“Gizli” denilen o deliller nerede?

Tutukluluk halleri niçin devam ediyor?

Neden tutuksuz yargılanmıyorlar?

Adalet bu sorulara yanıt vermiyor. Vicdanlar kanıyor

Seçim öncesi bir programda Başbakan Erdoğan, gazetecilerin sorusu üzerine, “Bazı kitaplar vardır ki bombadan tehlikelidir” dedi.

“İleri demokrasi” kavramının mucidi, ileri demokrasi ülkesinde,,, bombayla kitabı eş tutuyor. Gazeteciye “namert” diyerek ayar veriyor. Kendisine çanak soru sormayan yalnızca işini yapmak isteyen bir gazetecinin işten çıkartılmasına vesile olabiliyor. Tüm bunlar olduktan sonra helalleşmek istiyor. Demokratik hakkını kullanırken polis şiddeti sonunu yaşamını yitiren öğretmen Metin Lokumcu’nun ardından “o tanesi de,,kalp krizi sonucu öldüğü söyleniyor” diyen bir başkanla o düşünce sistematiğiyle helalleşmemiz mümkün değil.

Çünkü gazeteci gerçeğin peşindedir.

Çünkü gazeteci soruşturur.

Çünkü gazeteci taraftır. Ama son zamanda kafalara yerleştirilmek istenen “candaş” veya “yandaş” tarafında değil, gerçeğin tarafındadır.

Gazeteciler İbrahim Çiçek ve Suzan Zengin geçtiğimiz günlerde tahliye oldu. Ancak hala içerde 60’ın üzerinde tutuklu gazeteci var.  Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün istatistiklerine göre, Türkiye tutuklu gazeteci sayısında dünya şampiyonu.

Seçimlerin hemen ertesinde Azadiya Welat’ın matbaası, 12 Eylül günlerini hatırlatırcasına basıldı ve gazete 15 günlüğüne kapatıldı.  Elbette, basılmamış kitabın yok edildiği bir ülkede bu tür müdahaleler kimilerine maalesef normal gelse de durumun demokratik bir rejimde izahı yoktur.

Demokratik bir rejimle çelişen bir başka gelişmeyse Başbakan Erdoğan’ın gazeteciler hakkında açtığı davaları geri çekmesidir. Tek adam iktidarının gazabı kadar affediciliği de demokrasiye sığmaz. Ülkemiz demokrasinin ihtiyacı davalardan feragat değil güvenilir ve iyi işleyen bir adalettir.

Üstelik gazetecilere tolerans eşiğinin pek dar olduğunu bildiğimiz Başbakan’dan gazetecilerin talebi, sık başvurduğu “dava silahını” şimdilik geri çekmesi değil, gazetecilerin elini kolunu bağlayan, sürekli kovuşturmalara, cezaevi tehdidine maruz kalmasını sağlayan Terörle Mücadele Yasası'nı ve özel yetkili mahkemeleri kaldırmasıdır.

İktidar baskısı bir yana neredeyse tüm basını kanser gibi sarmakta olan bir başka büyük tehlike ise otosansür. Sermaye gruplarının türlü menfaatleri üzerinden iktidarla kurduğu ilişkiler nedeniyle basın, her nevi etkiye açık hale geldi. Elbette burada yeni bir olguya işaret etmiyoruz. Ancak otosansür öyle bir hal aldı ki, muhabirler ve editörler artık çoğu zaman yukarıdan talimat gelmeden adeta içgüdüsel olarak haberlerini otosansür uyguluyor.  Bu durum memleket basının ahval ve şeraiti hakkında az çok fikir vermektedir.

Buna karşı var gücümüzle sesimizi çıkartacağız.

Sesimiz elbette bununla da sınırlı değil. Üç aydır, her eylemde ısrarla vurguladığımız, Türkiye’nin karanlık geçmişinin aydınlatılması talebimizi yeniden, altını çizerek vurguluyoruz:

Devlet içindeki gayrı meşru organizasyonların derhal dağıtılmasını, derin devletin yok edilmesini istiyoruz.

Türkiye’nin kanlı geçmişiyle, darbelerle, mutlaka hesaplaşmak gerekiyor.  Bu konuda tereddüt yok.

Ancak bugün, hükümetin icraatlarına karşı eleştirel bir tutum takınan herkes için, darbe dönemlerini aratmayan uygulamalar söz konusu. Pek çok vakada, muhalif kesimlere emniyet eliyle yapılanlar, bizde, askeri vesayet dönemlerinde uygulanan yöntemlerinin hala yürürlükte olduğu izlenimini yaratıyor.

Biz ısrarla vurgulasak da bir konu dikkatlerden kaçırılıyor. Basın özgürlüğü, herkese lazım. Çünkü gazetecilerin özgürlüğü, aynı zamanda halkın haber alma özgürlüğüdür. Çünkü biz yazmazsak hiçbir yolsuzluk, hiçbir ihlal haber olmayacak. Yapanın yanına kar kalacak kimse, yanlış gidenleri öğrenemeyecek.

Eşit, özgür, demokratik, müreffeh toplum, ancak prangalarından kurtulmuş bir basınla mümkün olabilir.

Özgür basın şiarımıza ulaşmak için biliniz ki yansak da dokunacağız.

Saygılarımızla

Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları
başa dön


13 Mayıs 2011 - Kadıköy (Ruşen Çakır tarafından okundu)

Bugün burada gazeteci Ahmet Şık ve gazeteci Ertuğrul Mavioğlu’nun duruşmasını izlemek üzere bir araya geldik.

Sanık gazetecilerden Ahmet Şık, 67 gündür tutuklu. Suçlama, Ergenekon Terör Örgütü’ne üye olmak ama Şık’ın cezaevine hangi belgeler hangi kanıtlarla gönderildiği hala belirsiz.

Dönemin Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, kendisinde deliller olduğuna dair açıklamalar yaptı. Ancak bugüne kadar ne Ahmet Şık ne avukatları ne de kamuoyu bu delilleri görmüş değil.

Ergenekon’a üye olmakla suçlanan Şık’ın bugünkü yargılamaya konu olan kitaplarının isimleri “Kontgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” ve “Ergenekon’da Kim Kimdir?”

Ertuğrul Mavioğlu’yla birlikte kaleme aldığı kitaplarında Şık, Türkiye’deki derin devleti anlatıyor. O kitapları yazdığı için yargılanan Ahmet Şık, aynı yapıya yani deşifre ettiği Ergenekon’a üye olmakla suçlanıyor.

Ahmet Şık’la birlikte Nedim Şener de 67 gündür Silivri Cezaevi’nde. Suçlama aynı, Ergenekon Terör Örgütü’ne üyelik. Hrant Dink davasını en yakından izleyen gazetecilerden biri olarak bu davanın Ergenekon’’la birleştirilmesini savunan Nedim Şener, o örgüte Ergenekon’a üye olmak suçlamasıyla tutuklu.

Emniyet içindeki cemaatçi polislerin Dink cinayetindeki ihmallerine vurgu yapan Nedim Şener’le, bu yapılanmayı mercek altına aldığı “İmam’ın Ordusu” çalışması toplatılan Ahmet Şık’ın bugün cezaevinde olması rastlantı olamaz.

Bu iki gazetecinin Ergenekon’a üye olduğu iddiası vicdana sığmadığı gibi insan aklına da ihanettir.

İleri demokrasinin hüküm sürdüğü Türkiye’de bugün 60’tan fazla gazeteci tutuklu, mahkemelerde 4000’den fazla gazeteci davası var. Başbakan Erdoğan, uluslararası basına “tutuklanan gazeteciler hükümeti devirmek istedi” diyor. Bir kimsenin başbakan bile olsa dava sürerken bu tür bir yargıda bulunmaya hakkı yok.

Demokrasinin en temel prensibi, kuvvetler ayrılığıdır. Yürütmenin lideri olan başbakanın bu tür çıkışlarının yargı bağımsızlığına olan güvensizliği arttıracağından kimsenin şüphesi olmamalı.

Yaşanan gelişmeleri sorgulayan, itirazlarını ve demokrasi taleplerini yüksek sesle sorgulayan gazeteciler hakkında kara propaganda çarkları dönmeye devam ediyor. Bugün Kadıköy Adliyesi’nde görülecek davada yargılanan Ertuğrul Mavioğlu, son dönemde hedef tahtasına kondu.

Yargılanıp beraat ettiği davalardaki iddialar, -sanki beraat kararı yokmuş gibi- çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlanıyor, televizyonlarda gösteriliyor. Hangi çevrelerden sızdırıldığı şüphe götürmeyen bu istihbarat yalanlarının yol açtığı “yargısız infaz” basın özgürlüğüne yönelik saldırının yeni bir aşamasını gösteriyor.

Hükümet üyelerinin “Türkiye’de Amerika Birleşik Devletleri’nden daha özgür basın var” sözleri hala hafızamızdayken daha geçen hafta Atılım Gazetesi’nden Hatice Duman müebbet, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay, 18 yıl 9 ay, Yüksekova Haber’den Erkan Çapraz 10 ay hapse mahkum edildi!

Aynı Türkiye bugün basılmamış kitapların bilgisayarlardan sildirilmesinin, telefonların ve elektronik postaların mahkeme kararı olmadan dinlenmesinin utancını yaşıyor.

Aynı Türkiye’de zaten otosansür belasıyla başları dertte olan gazeteciler, bu da yetmezmiş gibi her an bir sebeple tutuklanmaktan korkuyor.

Aynı Türkiye yalnız gazeteciler için değil özgür düşünceye sahip herkes için her geçen gün daha da güvenilir olmaktan çıkıyor.

Belki hafızaları tazelemek için bir kez daha vurgulamakta fayda var.

Biz Türkiye’nin karanlık geçmişinin aydınlatılmasını istiyoruz.

Biz derin devletin yok edilmesini istiyoruz.

Biz darbelerle hesaplaşmak istiyoruz.

Biz gerçeklerin karartılmasını değil aydınlatılmasını istiyoruz.

Biz yalnız gazeteciler için değil herkes için adalet istiyoruz.

Biz gizli delillerin ortaya çıkarılmasını ve davaların şeffaflıkla görülmesini istiyoruz.

Bu taleplerimizden asla vazgeçmeyeceğiz

Ve biliniz ki yansak da dokunacağız.

Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları
başa dön


26 Nisan 2011 - Beyazıt (Özgür Mumcu tarafından okundu)

Bu topraklar üzerinde yapılan ilk 1 Mayıs kutlamasının üzerinden tam 99 yıl geçmiş.

1912’nin 1 Mayıs’ında Pangaltı’daki Belvü Bahçesi’nde dile getirilen taleplerle şimdikiler arasında pek de fark yok. “Özgürlük, eşitlik, adalet“ dün olduğu gibi bugün de dilimizde.

O gün olduğu gibi bugün de “can yakan” bir başka problem gazetecilere yönelik baskı, tehdit, yıldırma ve yok etme.

20. yüzyılın ilk yarısının iktidar sahipleri Hasan Fehmi Bey, Samim Bey ve Zeki Bey gibi muhalif gazetecileri öldürerek susturuyordu.

Bugünün iktidar sahipleri ise basılmamış kitapları toplatarak, bilgisayarlardan silerek, “gazetecilik faaliyetleri”ni terörle ilişkilendirerek, cezaevine atarak gazetecileri susturuyor daha doğrusu susturacağını sanıyor.

Bu çabanın kaynağı kim?

İktidar partisi mi?

Fethullah Gülen cemaati mi?

Asker mi?

Derin devlet mi?

Yanıtın o ya bu olmasının çok önemi yok. Biz basın özgürlüğünü kimler ihlal ediyorsa tümünün karşısındayız. Mesleğimizi her türlü baskıya karşı icra etmeyi sürdüreceğiz.

Başta “haber alma hakkı”nı savunduğumuz halkımız olmak üzere herkes bilsin ki “yansak da dokunacağız” ve asla “susturamayacaklar”.    

Polis gücünün devreye sokulduğu siyasi baskı ve karalama kampanyası bir yana memleket basını, Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına başladığı 1860 yılından bu yana en zor günlerini yaşıyor.

Bir taraftan tekelleşme ve yandaşlaşma tehlikesi diğer taraftan sendikasızlaştırma, özlük haklarının ihlali,,, 212 sayılı Basın İş Kanunu’nun uygulanmaması da cabası.

Başka iş kollarında örgütlenme özgürlüğünü savunan basın, kendisi aynı cenderede olmasına rağmen, kendi söküğünü dikemeyen terzi misali, bir türlü çözüm üretemiyor.

Manzara hiç de iç açıcı değil ama biz iğneyle kuyu kazsak da yel değirmenleriyle mücadele etmeyi sürdüreceğiz.

Bugün “ileri demokrasi”nin hüküm sürdüğü Türkiye’de 57’den fazla gazeteci cezaevinde, gazeteciler hakkında 4000’den fazla dava görülüyor. İşin garibi bu durum kimseyi şaşırtmıyor.

İşte YGS Skandalı, daha o mesele çözüme kavuşmadan ALES’teki eksik sayfa skandalı, İETT otobüsünden atılan gençler, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın başına gelenler, YSK vetosundan sonra tüm yurt sathında meydana gelen gösteriler ve Bismil’de İbrahim Oruç’un öldürülmesi.

Tüm bunlar özgür basının önemi bir kez daha ispatlıyor. Türkiye prangalı bir basınla ne demokratikleşebilir, ne özgürleşebilir ne de refahını adil dağıtabilir.

Manzara-i Umumiye böyle. Biz gazeteciler olarak bu yılki 1 Mayıs’ta 12 Eylül 1980’den bu yana benzeri görülmemiş bir heyecan ve katılımla yer alacağız.

Halkımızı ve gazeteci arkadaşlarımızı bu “dağların ufuklarından yepyeni bir güneşin doğacağı” bu 1 Mayıs’ta hep beraber olmaya çağırıyoruz.

Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları
başa dön

18 Nisan 2011 - Bakırköy (Sedat Ergin tarafından okundu)

Bugün burada gazeteci Nedim Şener için toplandık.

Şener, gazeteci Ahmet Şık’la aynı gün 6 Mart 2011’de Ergenekon Örgütü’ne üyelik ile yardım ve yataklık suçlamasıyla tutuklandı. O günden beri Silivri Cezaevi’nde yatıyor.

Biz gazeteci arkadaşları ve dostları olarak bu suçlamaların gerçeği yansıtmadığını iddia ediyoruz.

Nedim Şener, yirmi yıldır bir namuslu bir şekilde işini yapan, gözünü budaktan esirgemeyen soruşturmacı bir gazetecidir.

Onun gazeteciliğine yalnız biz değil uluslar arası basın örgütleri ve insani yardım kuruluşları da kefil.

Uluslarası Basın Enstitüsü’nün (IPI) 60 kişilik “Dünya Basın Özgürlüğü Kahramanı” listesinde onun ismi de var.  Hrant Dink ve Abdi İpekçi’nin hemen yanı başında.

Hollandalı insani yardım kuruluşu Oxfam Novib, geçen yıl PEN İfade Özgürlüğü Ödülü’nü Şener’e verdi.

Peki Nedim Şener, neden şimdi cezaevinde? Yanıtı gören gözler için çok net. Nedim Şener, arı kovanına çomak soktu, doğru bildiğini söylemekten geri durmadı.

“Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” kitabında Trabzon Emniyeti’nden İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderilen “Dink öldürülecek” raporunun gizlendiğini yazdı.  Cinayette ihmali bulunan polisleri teşhis etti.

Zaten zor günler ondan sonra başladı. Hakkında 28 yıl hapis istemiyle iki dava açıldı. Ama o yılmadı.

Dink Davası’nın Ergenekon Davası’yla birleştirilmesini savundu. Çünkü varlığı iddia edilen derin devlet örgütünün bu cinayette parmağı olduğunu düşünüyordu. Şener’in ısrarlı haberleri, yazıları ve takibi sonucu Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu harekete geçti ve iki eski polis şefinin cinayetle ilgili davada tanık olmasını istedi.  

Hakkında gizli kapılar ardında söylenen “ayağını denk alsın” tehditlerine pabuç bırakmadı ve bu kez de “Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat” isimli kitabı kaleme aldı.

Posta gazetesindeki 1 Mart’ta yayınlanan son köşe yazısında “her an bir kazaya ya da iftiraya kurban gidebilirim” demişti, iki gün sonra gözaltına alındı.

Savcılık ifadesi ve mahkeme kayıtları, Nedim Şener’in gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını gösteriyor. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bu kabul edilemez.

Basın özgürlüğünün ayaklar altına alınması yalnız gazetecilere pranga vurmak değildir. Aynı zamanda toplumun haber alma hürriyeti de engelleniyor.

Nedim Şener, Hrant Dink Cinayeti’nin aydınlatılması, derin devlet bağlantısının ortaya çıkarılmasını istiyordu. Biz de onu istiyoruz.

Nedim Şener, Türkiye’nin karanlık geçmişiyle, 12 Eylül’le  hesaplaşmak istiyordu. Biz de onu istiyoruz.

Nedim Şener, Emniyet’in Adalet’in cemaatlerce kuşatılmasına karşı çıkıyordu. Biz de onu istiyoruz.

Bugün buraya geldik. Çünkü adalet arıyoruz.

Bugün buraya geldik. Çünkü iktidarın sahiplerinin kendi çıkarlarını “adalet” diye dayatmalarına karşı çıkıyoruz.

Bugün buraya geldik. Çünkü evrensel hukuk normlarına uygun herkese eşit adalet istiyoruz.

Bunu yalnız Nedim Şener ve Ahmet Şık için değil mesleki faaliyetleri yüzünden tutuklu olan veya yargılanan tüm gazeteciler için istiyoruz.

Bu meşru taleplerimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Biliniz ki yansak da dokunacağız!

Ve unutulmamalı ki adalet bir gün hepimize lazım olacak.

Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları
başa dön



Herkese merhaba, 

57’den fazla gazetecinin cezaevinde olduğu, 4000’den fazla gazeteci davasının devam ettiği ileri demokrasi ülkesinden sizlere sesleniyoruz. 

Bugün burada iki gazetecinin yargılandığı bir dava nedeniyle toplandık. Ahmet Şık ve Ertuğrul Mavioğlu, “Kırk Katır mı Kırk Satır mı” üst başlıklı iki ciltlik bir kitap yazdıkları için yargılanıyor.

Kitapların isimleri “Kontgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” ve “Ergenekon’da Kim Kimdir?”

Savcı tarafından “ben göz gezdirdim polis arkadaşlar okumuşlar” denerek piyasaya çıktığı gün dava açılan 1416 sayfalık eserin iki yazarından biri, Ertuğrul Mavioğlu hemen yanımızda.

Az sonra karar duruşmasına getirilecek Ahmet Şık ise bu kitaplarda deşifre ettiği Ergenekon Örgütü’ne üye olmak suçundan 6 Mart’tan bu yana cezaevinde.

Aynı gün Şık’la beraber aynı suçlamayla tutuklanan bir diğer gazeteci Nedim Şener de uzun zamandır Hrant Dink Davası’nın Ergenekon Davası’yla birleştirilmesini savunuyor. 

Neredeyse tüm gazetecilik geçmişinde derin devleti mesele eden Ahmet Şık ve ısrarla takip ettiği Dink cinayetinde derin devlet bağlantısını ifşa eden Nedim Şener, açıkça eleştirdikleri yapının parçası olmakla suçlanıyorlar.

İddia makamı “elimizde deliller var” diyor. Ama tutuklanan gazeteciler ve avukatları tutuklamaya konu olan delilleri henüz göremedi, tabii kamuoyu da.

Peki ne gördük? Ahmet Şık ve Nedim Şener’in hem savcılık ifadelerinde hem mahkemede gazetecilik faaliyetlerinin sorgulandığını gördük. Adil yargılama ilkesi, bu soruşturma kapsamında düpedüz ayaklar altına alınıyor. Unutulmamalı ki adalet, bir gün herkese lazım olacak. 

Bu durum zaten işin vahametini gözler önüne serse de “kara propaganda” durmak bilmiyor.

Bu çarpıklığa işaret eden bizleri, “Ergenekon’u sulandırmak”la hatta Ergenekonculukla suçlayanlar, aslında kendileri “derin devletin” ve bileşenlerinin saklanmasına göz yumuyorlar. 

Üstelik bunu yaparken de iktidar sahipleri gibi gözdağı vermekten geri durmuyorlar.

Gazetelerin basılıp bilgisayarlardaki dosyaların ve e-postaların silindiği, basılmamış kitapların yok edildiği, telefonların ve elektronik postaların dinlendiği bir ülke yalnız gazeteciler için değil özgür düşünceye sahip herkes için güvenilir olmaktan çıkmıştır.

Türkiye, her geçen gün daha pervasız bir “polis devleti” haline geliyor. İtiraz eden herkesin aynı yamalı “Ergenekon” bohçasına atılması, memleketteki “korku iklimi”ni yaygınlaştırıyor.  

“Bir şiir okuduğum için beni hapse attılar” diyerek mağduriyetini yıllardır dilinden düşürmeyen bir başbakanın ülkesinde insanlar kitap yazdıkları için cezaevine konuyor.

Bu mağduriyetlere sessiz kalmak hangi vicdana sığar? 

Ahmet Şık’ın kaleme aldığı İmamın Ordusu’nun “ Fethullah Gülen Cemaati”nin emniyet içindeki yapılanmasını konu etmesi ve Nedim Şener’in Dink Cinayeti’nde o yapılanmadaki polislerin sorumluluğuna işaret etmesi tutuklamalardaki cemaat etkisini ortaya koyuyor.

Cemaat gazetelerinin, bilgisayardaki dosyaların silindiği Radikal Baskını’yla ilgili “Ertuğrul Mavioğlu, polise komplo kurdu” yayını da bu iddiayı daha da pekiştiriyor. 

Cemaatin temsilini üstlenen vakfın bugün İstanbul’daki yabancı basına “Gülen cemaatine” yönelik iddiaları yanıtlamak için brifing vermesi elbette bu kapsamda değerlendirilmeli.

Adalet Bakanı’nın Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olduğu ileri demokrasi ülkesinde “cadı avı” yapılırken başbakanın, “ben yargıya karışmam yargı da bana karışmasın” açıklaması neresinden tutulsa sorunludur.

Bugün yalnız gazetecilerin ve muhaliflerin hedefte olduğu yanılsamadır. Bütün toplum bu baskılarla hizaya getirilmeye çalışılıyor. YGS’de yaşananlar ortada. Şifrelemelere kurban giden gençler haklarını aramak istedikleri için polis ve yandaş medya şiddetine maruz kalıyor.

Türkiye’nin karanlık geçmişinin aydınlatılmasını istiyoruz. Derin devletin yok edilmesini istiyoruz. Darbelerle hesaplaşmak istiyoruz. Burada bir nebze olsun tereddütümüz yok. Ama bugün yapılanlar Ergenekon/Derin Devlet yöntemlerinin hala kullanıldığını gösteriyor. 

Basın özgürlüğü, herkese lazım. Çünkü gazetecilerin özgürlüğü, aynı zamanda halkın haber alma özgürlüğüdür. 

2400 yıl önce yaşamış Diyojen, güpegündüz elinde fenerle “dürüst adam arıyorum” diye gezermiş. Biz de bugün buraya ellerimizde madenci fenerleri, gaz lambaları, mumlarla geldik. 

Çünkü gerçeklerin karartılmasını değil bilakis aydınlatılmasını istiyoruz.

Çünkü adalet arıyoruz. 

Çünkü iktidarın sahiplerinin kendi çıkarlarını “adalet” diye dayatmalarına karşı çıkıyoruz. 

Çünkü güvenilir, evrensel hukuk normlarına uygun ve herkese eşit adalet istiyoruz.

Bu meşru talebimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Ve biliniz ki yansak da dokunacağız. 

Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları
başa dön