İSTANBUL 16. AĞIR CEZA MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞI’ NA 2011/14
K O N U : Sözlü ifadem yerine geçmek üzere yazılı ifademin ve tahliye isteğimin sunulmasıdır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/1657 soruşturma sayılı 26.8.2011 günlü iddianamesinde , “.. örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiği anlaşılmakla “ şeklindeki suçlama nedeniyle TCK 314/2. md. gereğince cezalandırılmam istenerek hakkımda dava açılmıştır.
Öncelikle belirtmek isterim ki bu iddianamede hakkımdaki ;
“ Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısı içinde bulunmamakla birlikte örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiğime ilişkin SUÇLAMAYI VE BU
SUÇLAMAYI ELDE ETMEYE YÖNELİK EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜNÜN HAKSIZ TESPİTLERİNİ TÜMÜYLE REDDEDİYORUM, KABUL ETMİYORUM.
20 YILDA ULAŞABİLDİĞİM TÜM GERÇEKLERİ 1000’DEN FAZLA HABER VE 10 KİTAPTA YAZDIM. TÜM YAZDIKLARIMI YARGILANDIĞIM 100’E YAKIN MAHKEMEDE SAVUNDUM AMA İLK KEZ YAZMADIĞIM ŞEYLER NEDERİYLE TUTUKLUYUM.
Mahkeme Başkanı Sayın Mehmet Ekinci’nin katıldığı ilk duruşmada söylediği “Olgularla yakıştırmaları ayıracağı” sözüne teşekkür ediyorum. Buna katkım olması amacıyla şunu söylemek istiyorum:
Benim, ‘gazeteci’ olduğum bir olgudur, ‘terörist ya da teröre yardım yataklık ettiğim’ bir yakıştırmadır.” Ve bu yakıştırma tamamen polis kaynaklıdır. Bizde bir söz var; “Şeriatın kestiği parmak acımaz.” diye, günümüzde “Adaletin kestiği parmak acımaz” diye söyleniyor. Evet, adaletin kestiği parmak acımaz
ama polisin kestiği parmak acıyor.
Neden derseniz? Çünkü hakkımdaki suçlamanın başlangıç ve bitiş noktası hep polise dayanıyor. Mesleğinin henüz başında olan iki komiser yardımcısının Savcılığa yazdığı raporlarla kitaplar örgütsel dokümana dönüşüyor, ben hiçbir etkim olmayan kitapların yazımına katkı ve yazarlarını yönlendirmekle suçlanıyorum.
Polis raporları birebir iddianameye dönüşüyor ve durum Türkiye’nin uluslar arası imajında ,“Düşünce ve İfade Özgürlüğüne saldırı” olarak iz bırakıyor. Ve eğitimleri, birikimleri ne olduğu bilinmeyen iki komiser yardımcısının imzalarını taşıyan raporlarla oluşan iddianame ile Türk Mahkemeleri yüz yüze bırakılıyor.
İşte o yüzden Mahkemenizin görevi, tarihidir.
Öncelikle şunu söylemeliyim; hiç kimsenin suç işleme lüksü yoktur. Buna Gazeteciler dahildir. Ve gazeteciler yargılanmaz diye bir şey de söz konusu değildir. Hatta gazeteciler herkesten fazla yargılanır hem mahkemelerde hem de kamuoyunda. Ve gazeteci nasıl ki – halkın bilgi alma hakkı – adına soru
sorabiliyorsa, kendisi de – bu kamu mesleğini yaparken - kendisine sorulan her soruya yanıt verebilmelidir.
Demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik rejimi ise gazeteci işe kendisinden başlayıp, meşru çizgiden ayrılmamalıdır.
Ben yirmi yıllık meslek hayatım boyunca hep bu çizgide durdum.
Elbette insan hakları, Anayasa ve yasalar çerçevesinde mesleğimi icra ettim. Ama asıl okuyanların, halkın vicdanında temiz bir şekilde kalmaya çalıştım.
Devlet, mesleğimi yaparken beni 100’ e yakın davada yargıladı. Bu davalardan hiç korkmadım. Yanlış bir şey yapmadığımı biliyordum , hukuka ve adalete inanıyordum. Ve bu davalardan beraat ettim.
Ben hiçbir zaman yargılanmaktan korkmadım. Ama halkın vicdanında yargılanmaktan hep korktum. Çünkü vicdanlarda yargılanarak alacağım ceza utanmaktır.
Bana göre utanmak, utanılacak bir şey yazmak, söylemek ve yapmak en büyük cezadır. Ama ne devletin bugüne kadar açtığı 100’ e yakın davada ne de bu davalarda insanların yüzüne rahatça, utanmadan bakıyorsam gerçeklere ihanet etmeyişimdendir.
Halkın, eşinizin, dostunuzun, çocuğunuzun, meslektaşlarınızın yüzüne utanmadan bakabiliyorsan bu hiç bir gücün önünde boyun eğmeyişimdendir.
Eğer boyun eğseydim. “Kalemini kır ama satama” diyen Sedat Simavi’ den, Abdi İpekçi’ den, Uğur Mumcu’ dan, Hrant Dink’ ten Yaşar Kemal’ den utanırdım.
Sakın ola yanlış anlaşılmasın bu hem suçlu hem güçlü sözündeki gibi suçluların yüzsüzlüğü gibi bir durum değil, haklılığın güçlülüğüdür.
Ve ben şimdi burada güçlülerin adaletini değil, adaletin gücünü görmek istiyorum.
Eşim iddianameyi okurken sekiz yaşımdaki kızım ismimin “terör” kelimesini görünce “Anne babam terörist mi diye sormuş. “Eğer babam teröristse ben babamı desteklemem çünkü terörist adam öldürür” demiş.
Oysa yıllardır “gazetecilik” ten başka bir şey yapmayan benim için üzerinde “Silahlı terör örgütü üyesi” yazılı evraklarla polisi evime gönderen Savcılığın böyle bir ayrıma gitmemesi hayret ve endişe vericidir.
1991 yılından beri muhabir olarak görev yapıyorum. 20 yıllık gazetecilik hayatım süresince amacım sahnenin arkasında neler olup bittiğini, anlatmak, gerçeklerle halkın arasına örülen duvarı yıkmak oldu. Demokrasinin, sağlıklı bir demokrasinin gerçeklerle eşit biçimde erişebilen yurttaşların verecekleri siyasi
kararlarla gelişebileceğine, eşitliğin ve adaletin de yine bu yolla mümkün olabileceğine inandım.
Basın özgürlüğünün de bu ideallerin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz koşul olduğunu bilerek görevimi yaptım. 20 yıldan beri terör, terör faaliyeti, örgütlere yardım ve yataklık ile değil, gerçeği sadece gerçeği ortaya çıkarmak için 1000’den fazla haber, 10 kitap yazdım.
1993 yılından beri yazdığım haberler nedeniyle ve bugüne kadar gazetecilik meslek örgütlerinden birçok ödül kazandım.
Ayrıca Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından dünyada 60 kişilik “Basın Özgürlüğü Kahramanı” listesine adım girdi. Dünya’da 60 gazetecinin adının bulunduğu bu listede Türkiye’den Abdi İpekçi ve Hrant Dink’in adı bulunmaktadır. Ayrıca Uluslar arası PEN Yazarlar Birliği Ödülü, Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü verildi. Bu ödül Türkiye’de Hrant Dink ve Ragıp Zarakolu’na verilmiştir.
Ancak ne gariptir ki PEN Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü verilen gazeteci Hrant Dink 2007 yılında bir suikast sonucu öldürüldü. Ben Mart 2011’de Ergenekon soruşturması, Ragıp Zarakolu da Ekim 2011’de KCK soruşturması kapsamında tutuklandık.
Yazdıklarım nedeniyle 100’e yakın mahkemede yargılandım. Yüzlerce yıl hapis isteminde, milyon dolarlarca tazminat talebinde bulunuldu. Bedeli ne olursa olsun gerçeği yazdım ve yazdığımı da savundum. Yüzlerce yıl hapis cezası istemiyle yargılandım. Son olarak 20 yıl hapis istemiyle yargılandığım İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davadan beraat ettim. Halen 5 ayrı davadan da yargılanıyorum.
Ama ilk kez hayatımda ilk kez yazmadığım kitaplar için suçlanıyorum.
Hem de fikren ya da madden yanında olmadığım ve karşısında durarak Hrant Dink cinayetindeki rolünün de ortaya çıkması için uğraştığım, bu nedenle de “gizliliği ihlal” iddiasıyla yargılandığım bir örgüte yardım ve
yataklık etmek iddiasıyla 10 aydır tutukluyum.
Bunları anlatmamın nedeni şudur; Ben bugüne kadar hep yazdığım haber ve kitaplardan yargılandım. Ve bu davalarda da yazdıklarımın arkasında durdum ve kendimi savundum. Tamamından da beraat ettim. Ancak hayatımda ilk kez yazmadığım ve herhangi bir katkımın olmadığı kitaplar nedeniyle tutukluyum ve yargılanıyorum.
Ben objektiflikten ayrılmadan halkın bilgi alma hakkı kapsamında her bilgiyi bedeli ne olursa olsun yazan ve bunun için yargılanma dahil her bedeli ödemeye hazır özgür bir gazeteciyim.
Yazdığını savunacak kadar şerefli ve onurluyum.
Ancak yazmadığım ve yazımına herhangi bir katkım olmayan kitaplarla ilgili ortaya atılan iddiaları asla ve asla kabul etmiyorum.
Ben bu davada sözü edilen ne “Nedim”, “Sabri Uzun”, “Hanefi”, ne de “Ulusal Medya 2010” isimli dokümanda bahsedilen kapsamda gazetecilik yapmam ya da yazı yazmam, başkalarının kitabına katkıda bulunmam söz konusu değildir böyle bir fiilim olmamıştır.
Bir gazeteci olarak kimse beni yönlendiremez ve bu güne kadar da yönlendiremedi. Benim gerçekten topluma ulaştırmam için bir başkasının aklına ya da iddia edilen plana ihtiyacım yoktur. Eleştiri yapacaksam da bunu yalnızca gerçekler ve olgular üzerinden yapabilirim.
Hiçbir zaman kimseye karşı siyasi pozisyon almam gazeteciliğimi siyasi düşüncelerle yapmadım. 20 yıllık gazetecilik hayatımda bugünkü siyasetçiler gibi önceki siyasetçilerin de yolsuzluk ve usulsüzlüklerini yazdım.
Olumlu söz ve davranışlarını da naklettim. Ama gerçeği gizleyen kim olursa olsun onları da isim isim yazdım. Bu gün geldi siyasi iktidar gün geldi. Bürokrat gün geldi. İstihbaratçılar ve polisler oldu.
Bu kişilerin konumları ve gücü ne olursa olsun eğer gerçeği gizliyorsa ya da halkın bilmesi gereken fiilin içindelerse bunun bedeli ne olursa olsun yazdım ve söyledim.
Bunu yaparken referanslarım evrensel anlamda İnsan Hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ilkeleri olmuştur. Ve basın özgürlüğünü de demokrasinin olmazsa olmaz koşulu halkın düşünce ve ifade özgürlüğünün garantisi olarak özümsemişimdir.
Size bir yazarın cümlesinden örnek vermek istiyorum, “İnsanlığın refahına ve güvenliğine en uygun rejim ulusal egemenliğe dayanan rejimdir. Milli egemenliği meclis sağlar, Meclis’in ayakta durması için basın özgürlüğü şarttır. “ Basın özgürlüğü olmayan yerde ne meclis vardır ne de ( Meşrutiyet)”
(Kaynak : Hıfzı Topuz, Özgürlüğe Kurşun Kitabı 2007)
Bu cümleler 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde kafasından vurularak öldürülen ilk basın şehidimiz Hasan Fehmi Bey’e aittir.
II. Meşrutiyet’in ilanı ile güya özgürlükler gelmiş ve İttihat ve Terakki İktidarı eleştiriye tahammülsüzlüğünü Hasan Fehmi Bey’in infaz kararın arkasında olarak göstermiştir.
Hasan Fehmi Bey o günkü iktidara yönelik eleştirileri ve gazetesi Serbest’i de yazdığı yolsuzluklar nedeniyle siyasi iktidarın tepkisini çekmiş, aldığı açık tehditlere rağmen gerçekleri yazmaktan korkmamıştır. 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü’nde patlayan tabanca ile başlayan gazetecilerin bedel ödeme, gerçeği yazma uğruna bedel ödeme serüveni tam 98 yıl sonra 4-5 kilometre uzaklıkta Şişli’de Agos Gazetesi önünde Hrant Dink’in başına sıkılan kurşunlarla sürmüştür.
Gerçeği yazma, bedeli ne olursa olsun gerçeği olduğu gibi yazmanın bedeli de maalesef artık hukuk eliyle ödetiliyor. Diğer gazeteci cinayetlerinde olduğu gibi gazetecilerin yazdıkları için hapse atılmasının ardında da devletin içine sızmış ve hukuk sistemini kullanarak adalet duygusunu zehirleyen karanlık güçlerin
parmağı olduğu dünya ve Türkiye’deki vicdanlı insan ve kurumlar tarafından kabul ediliyor. Herkes oynanan oyunun farkında.
Ve şunu biliyorum ki benim bir komplo sonucu tutuklanmam Dink Cinayetini aydınlatma çabalarının kırılması amacıyladır. Ve maalesef devletin imkan ve yetkilerini hukuk sistemini araç olarak kullanan karanlık güçler Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki kara lekesi olan Hırant Dink Cinayetinin aydınlanmasını engellemek için ne kadar pervasız olabileceklerini göstermişlerdir. Bu oyunu bozmakta yine bağımsız yargıçlara düşmektedir.
PEKİ NEDEN, NASIL VE KİM?
Benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazımına katkım olduğuna ya da yönlendirmede bulunduğuma dair tek bir tane somut kanıt olmadığı ortadadır.
“Peki burada bulunmamın nedeni ne?” diye bir soru akla gelmiştir.
“Neden?” sorusunun cevabını iki cümle ile yukarıda anlattım. “Nasıl?” sorusunun yanıtını da şimdi anlatayım. “Kim?” sorusunun yanıtını da siz bulacaksınız.
Bu dava kapsamında da ne Hanefi Avcı’nın kitabını ne de Ahmet Şık’ın kitabını yazdım. Ne de bu kitapların yazımına bir katkım olmuştur. Her iki yazarın da söylediği gibi Avcı ve Şık’ı yönlendirmem söz konusu değildir. Ve bunun aksine dosyada tek bir delil ortaya konmamıştır. İddianame benim gazetecilik
geçmişimi dikkate almadan yazılmıştır! Her şey Hanefi Avcı’nın kitabı ile başlayıp Ahmet Şık’ın kitabıyla bitiyor.
Ancak ne maddi(fiziki ya da eylem) ne de manevi(fikren) iddia olunan Ergenekon örgütüyle ilgim ve bağlantım yoktur.Bugüne kadar binlerce haber,100’den fazla köşe yazısı ve 10 adet kitap yazdım. Hiçbirisinde Ergenekon davaları, davayı yürüten adli makamları hedef alan bir görüş ortaya konmamıştır.
Ergenekon örgütü ile bağlantım varmış gibi gösterilmeye çalışılmam ise 06.05.2009’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen ve gerçek kimliği bilinmeyen ve bugüne kadar sahte bir isim olup olmadığı ne polis ne de adli makamlar tarafından araştırılmayan M. YILMAZ isimli şahıs tarafından gönderilen bir e-posta ile olmuştur.
BU sahte içerikli e-posta benim Hrant Dink cinayeti hakkında yaptığım araştırmam olan “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabımı yayınlamamdan ve bu cinayette ihtimali olan polislerin beni mahkemeye
vermesinden kısa bir süre yine bu polislerin görev yaptığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün içerisindeki başka bir birimin talebiyle telefonlarım dinlenmeye alınmıştır. Gelişmeleri kronolojik olarak vermem gerekirse
ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır ;
Ocak 2009: “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabım yayınlandı. Kitapta MİT, Jandarma ve
polisin cinayetteki ihmalleri isim isim ortaya kondu.
7 Şubat 2009: Emniyet Genel Müdürlüğü, kitabımda polisin ihmalini yazdığım için hakkımda TCK 301’inci
maddeden suç duyurusunda bulundu.
26 Şubat 2009: Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanan Trabzon Emniyet Müdürlüğü Yardımcı
İstihbarat Elemanı Erhan Tuncel ile cinayetten hemen sonra konuşan istihbaratçı polis memuru Muhittin Zenit hakkımda suç duyurusunda bulundu.
20 Mart 2009: Dink cinayeti planlandığında Trabzon Emniyet Müdürü olan ve cinayet işlendiğinde de
İstihbarat Dairesi Başkanı olan Ramazan Akyürek hakkımda suç duyurusunda bulundu.
23 Mart 2009: Dink cinayeti planlandığında ve cinayet işlendiğinde bu konudaki tüm ihbar, bilgi, belge
ve raporların toplandığı İstihbarat Dairesi C Şubesi Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer hakkımda suç duyurusunda bulundu.
20 Nisan 2009: Hrant Dink öldürüldüğünde katil ve azmettiricilerin yaşadığı Trabzon’un Emniyet İstihbarat Şube Müdürü olan Faruk Sarı hakkımda suç duyurusunda bulundu.
Nisan 2009: İstanbul Özel Yetkili Savcılığı dilekçeler üzerine hakkımda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 20 yıl hapis istemiyle dava açtı. Ayrıca 2. Sulh Ceza Mahkemesinde de 8 yıl hapis istemiyle dava açıldı.
6 Mayıs 2009: M. YILMAZ isimli şahıs tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne benim Ergenekon ile
ilgili olduğum yalan bilgisiyle bir e-posta göndereni hiçbir araştırmaya tabi tutmadan özel yetkili savcılığı göndererek ev ve cep telefonlarımın dinlenmesini talep etti.
22 Mayıs 2009: Savcılık,talebi İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yolladı. Mahkemede 2008/1692
soruşturma no lu kararıyla dinleme kararı verdi.
20 Ağustos 2009: Savcılığın talebi üzerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme uzatma kararı verdi. Soruşturma no 2008 / 1756
22 Kasım 2009: Ev ve cep telefonu dinlemesi kararının süresi bitti.
ODA TV BASKININA KADAR HİÇBİR HUKUKİ İŞLEM YAPILMADI. ERGENEKON’U PROPAGANDA BİRİMİNDE OLDUĞUM YÖNÜNDEKİ İHBAR VE CİNAYET PLANLAYAN BİR ÖRGÜT İLE ANILMAMA RAĞMEN POLİS
DİNLEMEYİ BIRAKIRKEN SAVCILIK AĞIR İDDİALARA RAĞMEN HİÇBİR HUKUKİ GİRİŞİMDE BULUNMADI. 14 ŞUBAT 2011 ODA TV BASKININA KADAR.
14 Şubat 2011: ODA TV baskınında “Hanefi”, “Nedim”, “Sabri Uzun” isimli word dokümanlar bulundu.
24 Şubat 2011: ODA TV’de bulunan dokümanlara dayanarak ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi kararı verildi. Kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu kez 2010 / 857 sayılı soruşturma no su ile verdi.
3 Mart 2011: Silahlı Terör Örgütü üyesi olma iddiasıyla gözaltına alındım.
6 Mart 2011: Tutuklandım.
ERGENEKON SORUŞTURMASINA NASIL DAHİL EDİLDİM ?
Görüldüğü gibi Ergenekon soruşturmasıyla hiçbir ilgim olmamasına rağmen yaptığım araştırma ile Dink Cinayetinde ihmali çıkan polislerin görev yaptığı Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen sahte isimli bir e-mail ile
Ergenekon’la ilişkilendirildim.
Yaptığım araştırmalar nedeniyle doğan husumet sonucu husumet duyan böyle bir operasyona sahte isimli bir e-posta ile dahil edilmiş olmam gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciliğe olduğu kadar Türk Yargı ve hukukuna da yapılmış saldırıdır.
Emniyet teşkilatının hakkımda asılsız ve göndereni belli olmayan e-posta ile , hukuku araç olarak kullandığı açıktır. Çünkü e-postanın gönderilmesinin üzerinden geçen 2 yıl içinde e-postanın içeriğini doğrulayacak tek bir delil bulunmadığı gibi e-postayı gönderenin kim olduğuna dair tek bir araştırma yapılmamıştır. Bu da amacın yalanlarla dolu e-posta aracılığıyla yalnızca ev ve cep telefonumun dinlenmek istendiği ortadadır. Aksi halde içerisinde cinayet hazırlığından söz edilen e-posta hakkında adı geçen herkes için çok daha etkili ve kapsamlı soruşturma yapılması gerekirdi.
Bu yapılmadığı gibi yalnızca benim ev ve cep telefonumun dinlenmesiyle yetinilmiştir. Bu durum bile baştan beri amacın benim telefonlarımın dinlenmesi olduğunu gösteriyor. Oysa cinayet planından söz edilen ve mahkemeye taşınacak kadar ciddiye alınan bir e-postada adı geçen olarak benim ve diğer kişilerin hakkında yalnız telefon dinlemesi talebiyle yetinilmemeli diğer soruşturma teknikleri(fiziki takip v.s) kararları da talep edilmeliydi.
Buna karşın Emniyet Müdürlüğü, yalnızca benim ev ve cep telefonumun dinlenmesi talebiyle yetinmiştir. Benim hakkımda fiziki takip kararı talep etmezken adı geçen birçok kişi hakkında herhangi bir talepte bulunma ihtiyacını da hissetmemiştir.
Bu durum bile bana yaptığım araştırmalar nedeniyle husumet duyan polislerin Ergenekon soruşturmasını kullandığını ve adımı bu operasyona karıştırdıklarını düşündürtmektedir.
Böyle düşünmemin haklı nedenleri vardır. Ama en önemlisi, telefonlarımın dinlenmesine neden olan e-postada adı geçen Açık Toplum Vakfı’ nın başvurusu üzerine iddianameyi hazırlayan Savcı Cihan Kansız’ ın 14.10.2011 tarihli ve 2011/605 savcılık esas numarası taşıyan yazdığı cevabi yazıdır.
Dosyamın eklerinde yer alan ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ nin benim ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi ile ilgili 22.05.2009 tarihli mahkeme kararında “İletişimin Dinlenmesinin ve Kayda Alınması Talebinin Sebebi”
bölümünde aynen şunlar yazmaktadır:
“ ‘Nedim Şener isimli şahsın iddia edilen Ergenekon Terör Örgütünün propaganda biriminde gizli görevli olduğu, ticari alanda çalışan grupları tehdit amaçlı çalışmalar yaptığı, Uzan Grubu ile ilgili kendisine bilgi
sızdırıldığı, Ergin POYRAZ ve Faruk TURGUT’ un misyonunu üstlendiği, Açık Toplum Vakfının organizesinde Binnaz TOPRAK ve Hakan ALTINAY grubu ile beraber çalışmalar yaptığı, şahsın asıl görevinin Ergenekon davasını destekleyen grupları yıpratma amaçlı çalışmalar yapması ve bu bağlamda savcılık ve emniyet birimleri arasında şantaj ve tehdit amaçlı oluşumları tamamladığı, bu birimin DİNK cinayetine benzer bir cinayet planladığı ve bu cinayet üzerinden bahse konu soruşturmada görev yapan kamu görevlilerini
yıpratarak tasfiye süreci başlatacağı’ şeklinde bilgiler elde edilmiş olup;
Soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespiti ile suç delillerinin eksiksiz toplanabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek faaliyetlerinin ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleri ile
birlikte yakalanabilmesinin fiziki takip ve tarassut çalışmaları ile mümkün olmadığından, başka türlü delil elde edilme imkanı bulunmadığı da anlaşıldığından iletişimin dinlenmesine karar verilmesi talep edilmiştir.”
Bu konu basında yer aldıktan sona dinleme kararında adı geçen Açık Toplum Vakfı ve Hakan Altınay vekili Av. Fethiye Çetin, 13.10.2011 tarihinde Özel Yetkili Başsavcılık Vekilliğine bir başvuru yapmıştır. ( Ek Başvuru dilekçesi )
Başvuruda dinleme kararında adı geçen Açık Toplum Vakfı ve Hakan Altınay ile ilgili olarak Ergenekon soruşturması kapsamında ne tür işlemler yapıldığına dair aşağıdaki sorular sorulmuştur ;
“ 1- Müvekkil vakıf hakkında yürütülmekte olan herhangi bir soruşturma
bulunup bulunmadığı,
2- Bir soruşturma yürütülüyor ise 2009 yılından bu yana bu soruşturmanın
neden sonuçlandırılmadığı,
3- Müvekkil vakıf hakkında dinleme kararı bulunup bulunmadığı, bulunuyor
ise bunun süresi ve ne zamandan beri devam ettiği,
4- İletişimin tespiti kararının sonucunda, müvekkil vakıf hakkında bir dava
açılmadığına göre, CMK m. 137/son gereğince tarafımıza bilgi verilmesi
gerektiği halde neden tarafımıza bilgi verilmediği,
5- Müvekkil vakfın faaliyetleri, açık ve yasal çalışmaları “kara propaganda”
olarak nitelendirilmesine ve Nedim Şener’ in dinlenmesi için gerekçi
yapılmış olmasına rağmen bu hususların neden iddianamede yer
almadığı,
6- Müvekkil vakfın faaliyetleri, açık ve yasal çalışmaları “kara
propaganda” olarak nitelendirilmesine ve Nedim Şener’ in dinlenmesi
için gerekçi yapılmış olmasına rağmen bu hususların müvekkil vakıf
hakkında neden yasal işlem yapılmadığı,
7- Müvekkil vakfın kamuya açık ve yasal çalışmalarının kim yada kimler
tarafından “ kara propaganda” olarak nitelendirildiği,
hususlarının yanıtlanması için bilgilerinize sunarız.”
Özel yetkili Savcı Cihan Kansız, bir gün sonra 14.10.2011 günü verdiği yazılı cevapta şunları belirtti:
“İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ ne gelen bir ihbarda sanık Nedim Şener ile bağlantılı olarak Açık Toplum Vakfı ve yöneticisi Hakan Altınay’ ın isimleri geçmiş olmakla birlikte CMK’ nın 250. maddesi ile yetkili Cumhuriyet
Başsavcılığımızca yürütülmekte olan Ergenekon silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında müvekkiliniz Hakan Altınay ve yöneticisi olduğu Açık Toplum Vakfı ile ilgili herhangi bir teknik takip veya bir soruşturma bulunmamaktadır.” ( EK :1 Savcılık makamının cevabi yazısı)
Görüldüğü gibi 06.05.2009 tarihinde M. YILMAZ sahte ismiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ ne gönderilen ve içerisinde çok vahim iddiaların olduğu ihbar e-mailinde adı geçenlerden NEDENSE yalnızca benim cep ve
ev telefonlarım dinlenmiştir.
GAZETECİLİK ANLAYIŞIM , OBJEKTİF GAZETECİLİĞİ SİYASETLE KARIŞTIRMAMAKTIR.
Savcılık, 20 yıllık gazetecilik çalışmalarımı ,Türkiye ve dünya kamuoyunun meslek kuruluşlarının takip ettiği yazarlık ve gazeteciliğimi yokmuş gibi davranarak dosyada yer verdiği bazı telefon tapeleri ile beni bir gazeteci gibi değil yasadışı oluşumlarla ilgisi olan bir terörist gibi göstermeye çalışmıştır. Oysa ben 1992 yılından beri fiilen gazetecilik yapıyorum. 1994 yılında Milliyet Gazetesine transfer oldum ve el konulan Marmarabank, İmpexbank ve TYT Bank yolsuzluklarıyla ilgili haberler yaptım.
1994 ekonomik krizi sonrası yolsuzluk haberleri konusunda yoğunlaştım. 1996 yılında Susurluk skandalı sonrası kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi sonrası bu kişinin vergi kaçakçılığı haberlerini yaptım. Aynı şekilde kumarhaneci Suat Özkan hakkında da vergi kaçakçılığı haberleri yazdım. Daha
sonra 1999 yılında Devlet Bakanı Cavit Çağlar’ın sahibi olduğu İnterbank ile ilgili yolsuzluk haberleri yaptım. 2000 yılında ise Türkiye’nin en büyük hayali ihracat ve vergi kaçakçılığı skandalı olan Orhan Aslıtürk’ün yasadışı organizasyonunu yazdım.
Adı hayali ihracata karışan işadamlarından Faruk Süren bir rekor olan 5 trilyon o günün dolar kuruyla 10 milyon dolarlık tazminat davası açtı. 2000-2002 yılları arasında gerçekleştirilen birçok yolsuzluk operasyonu hakkında birçok haber yazdım. 2001 yılında Türkiye’nin yolsuzluk tarihi ve güncel yolsuzluk olaylarını anlattığım “Tepeden Tırnağa Yolsuzluk”(Metis Yayınları) kitabını yayınladım.
2002 yılında da hayali ihracatçı Orhan Aslıtürk’ün döneminin ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümetine uzanan yolsuzluğunu “Naylon Holding”(OM Yayınları) kitaplaştırdım.
2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçilmesiyle kurulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu hakkında haberler yazdım. 2003 yılında AKP hükümetinin yürüttüğü Uzan ailesi hakkındaki yolsuzluk operasyonunu takip ettim. 2004 yılında bu haberimi “Uzan’lar Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü” adıyla kitaplaştırdım. Daha sonra TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu raporu hakkında haberler yazdım.
Alaattin Çakıcı ve Türkbank yolsuzluğunu “Kod adı Atilla”(Güncel Yayıncılık) kitaplaştırdım.
Uzanlar kitabı konusunda yazdığımı dosyada bulunan ve benim telefonlarımın dinlenmesine temel olan 06.05.2009 tarihli M. YILMAZ sahte ismiyle polise gönderilen e-postadaki sözde iddianın aksine, Hanefi
Avcı’dan değil Uzan Operasyonun İstanbul’da yöneten Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. A ve Mali Şube Müdürü M. A.’nın önemli yardımlarıyla yazdım.
“Kod adı Atilla” isimli kitap konusunda da en fazla yardımı Türkbank Araştırma Komisyonu Başkanlığı’ndan aldım. Bu arada birçok yolsuzluk haberi yaptım. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın yolsuzluklarını anlatan “Kemal Abi” kitabını yayınladım. Ardından El Kaide Finansörü olan Yasil El Kadı ile ilgili “Hayırsever Terörist” kitabını yayınladım. Ayrıca 2004-2010 arası banka hortumlamaları konusunda sayısız haber yazdım.
Kendi hakkımda bu detayları vermemin nedeni herhangi bir siyasi düşünceye karşı olma gibi saikle habercilik yapmadığımı anlatmaktadır. Herhangi bir siyasi partiye yakın olma ya da uzak olma düşüncesiyle değil, tamamen halkın bilgi alma hakkına saygım çerçevesinde gazetecilik yaptım.
Gazeteci olarak mağdurun kökeni ya da görevi gibi ayrıntılarla ilgilenmediğim gibi araştırdığım kişiler hakkında da bu tür ayrımları dikkate almadım. Benim için önemli olan gerçeklerdir, olgulardır, okurun gerçekleri öğrenme hakkıdır.
Yolsuzluk haberlerini de yolsuzluğu kimin yaptığına göre yapmadım. Bugünkü iktidar gibi geçmiş hükümetlerin yolsuzluklarını yazdım. Öte yandan yolsuzluğa karşı kim mücadele ediyorsa onu da tarafsızca haberleştirdim.
Örneğin, bu hükümetin Uzan Operasyonunu, banka hortumcularına karşı mücadelesini de yazdım, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın adının karıştığı hayali ihracat ve vergi kaçakçılığını da yazdım.
GAZETECİ /YAZAR NEDİM ŞENER VE ERGENEKON SORUŞTURMASI
Benim ismim ile Ergenekon adını aleni olarak yan yana getiren ilk isim, Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’tir.Ergenekon operasyonunu da yürüten Ramazan Akyürek, “ Dink cinayeti ve İstihbarat Yalanları “ isimli kitabım nedeniyle şikayeti üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada verdiği katılma dilekçesinde , “ benim kendisininErgenekon örgütüne hedef gösterdiğimi iddia etmiştir”.
O güne kadar hiç kimsenin dile getirmediği bu iddiayı , Ramazan Akyürek dilekçesinde yazmıştır (EK : 2 ) Ben de 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında ,” … bu polislerin Dink cinayetiyle
Ergenekon örgütü arasında ilişki olduğunu gizliyorlar.Oysa ben Dink cinayeti ile Ergenekon arasında bağlantı olduğunu belgeliyorum. Dolayısıyla olsa olsa ben kendini Ergenekon’a hedef göstermiş oluyorum.”
cevabını vermiştim.O gün Ramazan Akyürek’in neden benim adım ile Ergenekon adını yan yana getirdiğini anlayamamıştım. Şimdi anlıyorum…
Oysa bilindiği gibi Ergenekon soruşturması 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de bir evde el bombalarının bulunmasıyla başladı. 2008 yılı Ocak ayında da operasyonlar başlamıştır.
Ergenekon soruşturması kapsamındaki belgeler 1999 yılına kadar dayanmaktadır. Belgelerin bulunduğu Tuncay Güney 2001 yılında polis tarafından sorgulanmıştır.
Ne bu belgelerde ne 2001 tarihli Tuncay Güney sorgusunda ne de Ergenekon soruşturması kapsamında hiçbir şekilde adım geçmemiştir. Gözaltına alındığım 3 Mart 2011 gününe kadar bu konuda hiçbir hukuki işleme tabi tutulmadım, ifadem alınmadı soruşturma geçirmedim.
Ancak tutuklandığım 6 Mart 2011 günü Savcılık sorgusunda,hakkımda 6 Mayıs 2009 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhaberat Müdürlüğü’ne M.YILMAZ adıyla kimliği bilinmeyen bir kişinin gönderdiği e-posta
nedeniyle telefon dinleme kararı alındığı öğrendim.
Bugüne kadar kim olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığım ve soruşturma makamlarının da merak etmediği M.YILMAZ ismiyle gönderilen e-postanın içeriğinin gerçekdışı olduğu bilinmesine rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin başvurusu üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi cep ve ev telefonum hakkında dinleme kararı vermiştir.
E-postanın içeriğinin iftira ve yalan olduğunu en iyi bilecek kurum İstanbul Emniyet Müdürlüğü’dür. Çünkü e-postada Uzan operasyonunun Ergenekon talimatıyla yapıldığını belirtilmektedir. Oysa Uzan Operasyonu
AKP hükümetinin bir kararı ve İstanbul Emniyeti’nin yürüttüğü bir çalışmaydı.
Ayrıca e-postada Açık Toplum Vakfı ile yaptığım çalışmaları da Ergenekon faaliyeti gibi göstererek akıldışı bir iftira atılmıştır. Tamamı yalandır.
Cep ve ev telefonum şu mahkeme kararları ile dinlenmiştir ;
22.05.2009 14. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.
Soruşturma No: 2008 / 1692
20.08.2009 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık uzatma kararı.
Soruşturma No: 2008 / 1756
24.02.2011 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.
Soruşturma No: 2010 / 857
Yasa gereği 3 aylık 2 dinleme ardından 1 aylık uzatma kararı alınabilirken benim telefonlarım yasaya aykırı olarak 3’üncü kez 3 aylık dinlemeye alınmıştır.
20 Ağustos 2009 tarihinde 2008 / 1756 sayılı soruşturma kapsamında yapılan dinleme 22 Kasım 2009’da bitmiştir. Bu durumda dinlemenin kesilmesiyle ilgili kararların dosyada bulunması gerekirdi. Ancak bu belgeler dosyada yer almamaktadır. (Dosyaya celbini talep ediyorum)
14 Şubat 2011 günü gerçekleştirilen Oda TV baskını sırasında bir bilgisayarda bulunan “word” dokümanlarında “Nedim” adı geçiyor diye
24 Şubat 2011 günü, 2010 / 857 sayılı soruşturma kapsamında, cep telefonum ve ev telefonum dinlemeye alındı ve 3 Mart 2011 günü ise gözaltına alındım.
Hakkımdaki temel suçlama ,Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın yazdığı kitaplar konusunda bu kişileri yönlendirmek ve bu kitapların yazımına katkı yapmak’tır.
Ancak ne bu kişileri yönlendirdiğime dair tek bir delil, ne Soner Yalçın’dan bu talimatları aldığıma dair tek bir delil ne de herhangi bir katkım olduğuna dair dosyada tek bir delil yoktur.
Modern hukukta kişilere işledikleri suçlara ilişkin deliller ortaya konur ve savunması beklenir. Ancak burada benden bu kitapları yazmadığımı ispatlamam yani iddianamenin bakışıyla olumsuz bir durumu ispatlamam
isteniyor. Yani yıllar sonra “ispat hakkı” geri dönmüş oluyor.
Mahkemeler delillerin toplandığı değil delillerin değerlendirildiği yerdir. Savcılık aleyhte olduğu gibi lehe delilleri de toplamak ve mahkemeye sunmak zorundadır.
İddianame kapsamında yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak dosyada benim lehime olan hiçbir delil ve ifade dikkate alınmamıştır. Savcılığın aleyhte olduğu gibi lehe olan delilleri de toplamak gibi bir sorumluluğu
bulunmaktadır. Bu tür bir çabanın olmadığı görülmekle birlikte, hiçbir fazladan çabaya gerek kalmadan dosyada bulunan lehe deliller iddianame hazırlanırken dikkate alınmamıştır.
Oysa dışarıdan ek bir delile veya tanığa gerek kalmadan ek klasördeki bilgi, belge ve ifadeler benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazılmasında katkımın ve rolümün olmadığını ortaya koymaktadır.
Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın ifadeleri yanında Avcı’nın kitabını basan yayınevinin dosyaya giren 61 nolu klasördeki belgelerde benim bu kitaba bir katkım olmadığını göstermektedir. Tersine bir delil bulunmadığı halde mevcut deliller iddia edilen fiillerin içinde bulunmadığımı göstermektedir. Mahkememizin bu delilleri dikkate almasını bekliyorum.
NEDİM ŞENER'İN H. SONER YALÇIN'DAN ALDIĞI TALİMAT İLE HANEFİ AVCI'YI YÖNLENDİRDİĞİ İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :
Soner Yalçın’ dan talimat aldığım iddiası ve aldığım talimat ile Hanefi Avcı’ yı yönlendirdiğim iddiası tamamen asılsız, delilsiz bir varsayımdır. Gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Zaten iddianamenin bizzat kendisi bu iddiayı çürütmektedir.
İddianamenin 96. sayfasının 12. satırında “…Hanefi Avcı’ ya ‘HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR’ isimli kitabın yazdırıldığı anlaşılmıştır.” denilmektedir.
Yine 96. sayfanın 36. satırında, “dolayısıyla tespit edilen bu çelişkiler kitabın ikinci bölümünün Hanefi Avcı tarafından kaleme alınmadığını …. ortaya koymaktadır.” denilmektedir.
Yine 96. sayfanın 48. satırında “Hanefi Avcı’ nın… Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün talimat ve yönlendirmeleri ile “HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitabı yazdığı, kitapta sanık Doğu Perinçek’ in etkisi ve yönlendirmelerinin olduğu...” denilmektedir.
İddianamenin 97. sayfasında, “Hanefi Avcı’ nın, Hüseyin Soner Yalçın’ nın talimatı ve Nedim Şener’ in yönlendirmesi doğrultusunda hareket ettiği ve 12 Eylül Referandumu öncesi ülke gündemini etkilemeyi veya yönlendirmeyi amaçladığı anlaşılmıştır.”
Yine soruşturmayı yapan Emniyet Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ nin Savcılığa yazdığı iki arama talebini içeren 2 Mart 2011 tarih ve 2011/54 suç no’lu evrakta, “ Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın Hanefi Avcı ‘nın Haliçte Yaşayan Simonlar kitabının yazılmasında GÖREV aldıklarının tespit edildiği, 12.3.20011 günlü Tespit tutanağında ise Nedim Şener’in KATKISININ OLABİLECEĞİ, 21.7.2011 günlü tutanakta ise
YÖNLENDİRDİĞİ ileri sürülmüştür.
BU ÇELİŞİK TESPİTLER hakkımdaki SUÇLANMAMA NASIL GEREKÇE OLABİLİR ? Ancak bu temelsiz gerekçeler hakkımdaki suçlamanın tek dayanağıdır.
İddianamenin Hanefi Avcı ile ilgili bölümünde sayfa 95’ te, “kitap yayınlandıktan sonra Nedim Şener’ in yazılarına… bakıldığında Hanife Avcı’ nın dürüstlüğünü ve güvenilirliğini ön plana çıkaran ve ayrıca kitabın reklamını yapan yayınlar yapıldığı, dolayısıyla söz konusu yazılı hususun da yerine getirildiği anlaşılmıştır.” denilmekte ve benim Posta Gazetesinde yayınlanan üç yazıma delil olarak yer verilmiştir.
Yazılardan birisi Avcı ile söyleşidir, diğeri Eskişehir’ deki makamında yapılan aramada bulunan ses kasetleri ile ilgili yazıdır.
Övme olarak nitelendiriliyor ise olsa olsa “Hanefi Avcı polislik mesleğinin vicdanıdır” başlıklı yazıdır. O yazım tamamen şahsi gözlemlerim ve kitabı ile ilgili kişisel yorumlarımdır. Kimsenin talimatı ve yönlendirmesi söz konusu değildir. Eğer “Hanefi Avcı’ yı övmek” gibi bir suç yaratılmak isteniyorsa benden önce yargılanması gereken çok sayıda gazeteci vardır. Ama ben size burada birkaç yazardan örnek vereceğim ;
Birincisi iddianamenin müştekisi Nazlı Ilıcak. Ilıcak, 23 Ağustos 2010 tarihinde Sabah Gazetesindeki köşesinde Hanefi Avcı’ yı şöyle tanımlıyor:
“…Hanefi Avcı, dürüst bir emniyet mensubu. Askerin siyasete müdahalesine, 28 Şubat gibi gelişmelere, Susurlukvari yapılanmalara ve haklı yönlendirmeyi amaçlayan psikolojik harekata karşı. Dindar, hatta bu yüzden zaman zaman “Fettullahçı” dahi sayılmıştı…”
Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu; hem de Hanefi Avcı Devrimci Karargahı Örgütüne yardım ettiği iddiasıyla tutuklandığı tarihte 29 Eylül 2010 günü şunları yazmıştı köşesinde:
“Mesleğinin 30’u aşkın yılını emniyet içinde belli bir ‘tutarlılık ve dürüstlük’ seviyesinde geçirmiş, emniyetin yaşayan efsanelerinden birisi olarak kabul görmüş bir polis hakkında ortaya atılan sol terör örgüt ilişkisi iddiası veya iması zihinlerde temizlik girişimine isabet eder…”
22 Temmuz Seçimleri öncesi Edirne’ ye giden Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne ise Hanefi Avcı hakkında şunları yazdı :
“ …Ellerine alacakları silahla bu ülkenin güvenliğini sağlama görevi üstlenecek Polis Akademisi ve Harp Okulu öğrencileri aradıkları ‘Kahraman’ modeli için Hanefi Avcı’ nın kişiliğine ve hayatına eğilmeli. Bu ülkede onurlu ve güvenli bir hayat arayan Kürt vatandaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni Hanefi Avcı gibi görmeli. Suç işlemeyi aklından geçirenler Hanefi Avcı’ nın yer aldığı kabuslarla uyanmalı.
…
Hanefi Avcı’ nın Diyarbakır’da devam eden dava için geçen ay tanık sıfatıyla verdiği ifadeyi, pergelin sabit ucu olarak görmek lazım. 1984 ‘ ten 1992 ‘ ye kadar tam 8 yıl Diyarbakır’ da İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan Avcı, sadece birkaç olayı ve faili meçhul cinayeti değil, kirli bir dönemi aydınlatıyor. Hanefi Avcı’ nın kariyeri ve kendini riske atarak yaptıkları, bize bahsettiğim modeli anlatıyor. Karşımızda bir kanun adamı var. Namuslu insanlarda çok az rastlanan bir meziyet var: Cesaret…
Ergenekon’ da yargılananlarla Hanefi Avcı’ yı karşı iki kutba yerleştirmek lazım. Özellikle Hanefi Avcı ile aynı işi yapanları…”
Görüldüğü gibi kitabının yayınlanmasından sonra Hanefi Avcı hakkında yazan ne ilk ne son gazeteciyim.
İddianamenin 104'üncü sayfasında yer alan hakkımdaki temel suçlamaya gelecek olursak ;
“Ayrıntılarıyla sunulan bütün bilgi ve belgelerdeki delillere göre şüpheli Nedim Şener'in, Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine uygun olarak, dava sürecini olumsuz etkilemek ve yönlendirmek amacıyla, örgütün güncel medya stratejisini ortaya koyan 'Ulusal Medya 2010 dokümanında belirtilen
stratejiler doğrultusunda Hanefi Avcı ismiyle yayınlanan 'Haliçte Yaşayan Simonlar' isimli kitabın yazılmasında ve Sabri Uzun adıyla yayınlanması planlanan 'İmamın Ordusu' isimli örgüt dokümanın hazırlanmasında görev almıştır. Bu süreçte Nedim Şener'in, Hüseyin Soner Yalçın'ın talimatı ile Hanefi
Avcı ve Ahmet Şık'ı yönlendirdiği belirlenmiştir.”
Burada da görüleceği gibi benim her iki kitabı ya da birini veya bir bölümünü "yazdığı" şeklinde bir iddiada bulunulmuyor. Temel suçlama , H. Soner Yalçın'ın talimatıyla Hanefi Avcı ve Ahmet Şık'ı “yönlendirmektir”.
Bu kapsamda TCK’nun 220/7 maddesine göre “üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek ” ile suçlanıyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki Ergenekon isminde bir örgütün olup olmadığı halen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren yargılama ile karara bağlanacak ve Yargıtay kararıyla kesinleşecektir.Halen Ergenekon Terör örgütü denilmemesi için yayın yasağı vardır.
Henüz olup olmadığı kesinleşmeyen ve Mahkemesinin dahi “iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü” şeklinde tanımladığı bir örgüte “bilerek ve isteyerek” nasıl yardım ve yataklık etmiş olabilirim ? Bu konudaki suçlama tamamen Soyuttur,DAYANAKSIZDIR. “Yardım ve yataklık”, kitap yazımı konusunda H. Avcı ve A. Şık’ı “yönlendirmek” şeklinde nitelendirilmiştir.
"Yönlendirme" konusunda temel delil olarak "Soner" isimli kullanıcı adı olan ve H. Soner Yalçın'ın sahibi Odatv isimli internet sitesindeki bir bilgisayarda ele geçirilen "Hanefi", "Nedim" ve "Sabri Uzun" isimli "word" dokümanlardır.
Soner Yalçın'ın ifadesinde kendisinin hazırlamadığını ve bilgisinin olmadığını söylediği söz konusu dokümanlardaki talimatlardan benim de hiçbir zaman bilgim olmamıştır.
Bu belgelerde "Nedim" olarak geçen ismin ben olmadığımı ısrarla belirtmeme rağmen, H. Soner Yalçın'ın mahkeme ifadesinde "Nedim şeklinde adı geçen kişi Nedim Şener olabilir" şeklindeki sözleri yeterli görülmüş ve Savcılık tarafından konu iddianameye dahil edilmiştir.
Ben, Soner Yalçın'ın söz konusu ifadesinden haberdar olduktan sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na "iftira" gerekçesiyle şikayette bulundum. Suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29.03.2011 tarihinde 2011/3271 kararı no, 2011/12781 soruşturma no ile Soner Yalçın hakkındaki “Soner Yalçın ifadesinde, sahibi olduğu haber sitesine ait işyerindeki bilgisayarda elde edildiği söylenen belge ve dokümanın kendisi ile ilgisinin olmadığı, belgede adı geçen isimlere ilişkin olarak tahmini yanıtlar verdiği “gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
İfadelerimde ve kamuoyuna yansıyan açıklamalarında ısrarla H. Soner Yalçın'ı tanımadığımı söyledim.Soner Yalçın da Nedim Şener'i tanımadığını söylemiştir.
İddianamede benim ile Soner Yalçın arasında 21. 10. 2009 günü gerçekleşen ve içeriği bir gazete haberi olan telefon görüşmesi "tanıma" olarak belirtilmektedir. Bir muhabir olarak 1 gün içerisinde 30 ile 50 arasında telefon görüşmesi yaparım. Hafta sonlarını çıkarttığımızda mesai günleri hesaplanarak bir yıl içinde 7 bin ile 10 bin telefon görüşmesi demektir. 20 yıldır gazetecilik süresince bu telefon konuşma sayısı 100 binlerle ifade edilebilir.
Bu süre zarfında yüzlerini bile görmediği her meslek grubundan binlerce insanla konuştum. Dolayısıyla o insanlar gibi Soner Yalçın'la da ilişkim iki adet telefon konuşmasından ibarettir.
Bu telefon konuşması dışında benimle hiçbir iletişim bağı / teması olmayan Soner Yalçın'ın bana talimat verdiği iddiası temelsizdir.
Soner Yalçın ile 21. 10. 2009 tarihinde yapılan telefon görüşmesi, Oda tv'de ele geçen "Ulusal Medya 2010" adı verilen ve 28. 09. 2010 olarak tarihlenen strateji belgesi kapsamında değerlendirilmektedir. 2010 tarihli bir belge ile 2009 yılında haber konulu bir konuşmanın ilişkilendirilmesi mantıklı değildir.
Benim ile Odatv ilişkisine örnek bir başka telefon konuşması 16. 09. 2009 tarihinde Barış Terkoğlu'nun araması üzerine gerçekleşen görüşmedir. Bu konuşmanın içeriğinde de anlaşılacağı gibi benim ile Odatv'ciler, Terkoğlu ve Yalçın ile tanışmadığımız anlaşılmaktadır. Dolayısıyla iddianamede "talimat
olacak kadar yakın" gibi gösterilmeye benim Odatv sahibi ve çalışanları ile hiçbir ilişkim yoktur.
Bu durum Nedim Şener'in, Soner Yalçın'dan talimat aldığı iddiasını da çürütmektedir.
Öte yandan benim Soner Yalçın'ın talimatıyla yönlendirdiğim iddia edilen Ahmet Şık ve Hanefi Avcı da , bu iddiaları ifade ve açıklamalarında reddetmişlerdir.
Hem Avcı hem de Şık Savcılık ve Mahkeme sorgularında yazdıkları kitaplar konusunda benim bir yönlendirmem ve katkım olmadığını da beyan etmişlerdir. Zaten dosyanın tamamında benim Avcı ve Şık'ı
yönlendirdiğime dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj, belge vb. şey yoktur.
Hanefi Avcı ile 2009 yılına ilişkin yapılan telefon görüşmeleri 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan bir kitaba ilişkin olarak H. Avcı ile benim aramda ilişkiye delil olarak sunulmaktadır.
Ben, Hanefi Avcı’ yı 2004 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ilk yolsuzluk operasyonları nedeniyle tanıdım.
Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra da haber amaçlı olarak Hanefi Avcı ile birçok görüşme yaptım. Ancak bunların hiçbirisi "örgütsel bir ilişki amaçlı ve içerikli değildir.
Yıllarca emniyette üst düzeyde görev yapmış olan Hanefi Avcı ile görüşen herkes hakkında “örgütsel ilişki" nitelemesi yapılacak olursa, özellikle birçok yazarlar, yayın yönetmenleri, haber müdürleri ve muhabirleri hapse atmak gerekir.
Dolayısıyla benim ile H. Avcı arasındaki ilişki gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin ilerisinde değildir.
Oysa hiçbir dayanağı olmadığı halde , H. Avcı ile 2009 yılında yaptığım telefon görüşmeleri iddianamede “Hanefi Avcı ile “bağlantı” şeklinde yorumlanmıştır. Hanefi Avcı ile “bağlantı” olacak şekilde bir ilişkim olmamıştır. Kendisiyle iddianamede yer verilen telefon görüşmeleri öncesinde ve sonrasında birçok
telefon görüşmem olmuş bunların bir kısmı fotoğraflı haber olarak yayınlanmıştır. Örneğin Edirne Emniyet Müdürü iken gümrük yolsuzluğu operasyonu yapan Avcı ile röportaj yaptım bu görüşme fotoğraflı olarak Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı. Yine kendisiyle yaptığım telefon görüşmesi sonucunda “Ben yaparım o yapmaz” şeklindeki manşet haberi yayınlanmıştır. Ayrıca kendisinin yazdığı kitap nedeniyle yaptığım röportaj 26 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
Savcılık, internetten açık kaynaklardan ulaşabileceği bu bilgilere İddianamede yer vermemiştir. Yer vermiş olsa idi H. Avcı ile ilişkimin “bağlantı” değil, haber kaynağı-gazeteci ilişkisi olduğu sonucuna kendiliğinden ulaşmış olacaktı. Oysa yalnızca iki telefon görüşmesine yer vererek H. Avcı ile ilişkinin zorlama bir yorumla “bağlantı” şeklinde algılatılmaya çalışılmıştır.
Buradan yola çıkarak tekrar belirtmek isterim ki ben kimseden talimat almadım, kimseye talimat da vermedim. Hiç kimseye bir başkasının talimatını aktarmadım. Hanefi Avcı ile haber dışında başka hiçbir ilişkim olmadı. Bunun aksine tek bir somut delil de yoktur.
ODATV'DE ELE GEÇEN DÖKÜMANLAR VE NEDİM ŞENER :
I - Bana yönelik suçlamalara kaynaklık eden dokümanlardan birisi de Odatv'de ele geçen "Nedim" isimli "word" dokümanıdır. Teknik incelemede 09. 08. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Nedim" isimli word belgesinde; "Nedim'in emniyet bağlantıları önemli, irtibatlarını devam ettirsin. Toygun'un gazete ile problemleri var, Nedim çözebilir mi?
Haber yayınlatamıyorsa biz neden değerlendirmiyoruz, Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı, çok fazla Hanefi'nin üzerine gidilmemeli, ana gündemden kopup Hanefi'yi tartışılır hale getirmiş oluruz" şeklinde notların yazılı olduğu tespit edilmiştir.
Dokümanın içeriğine bakıldığında şu sonuçlara varmak mümkün ;
1- Bu dokümanda geçen "Nedim" isminin ben olduğuma dair bir delil yoktur.
2- Belgenin içeriğinde bir başka tutarsızlık göze çarpmaktadır. Toygun isimli birisinden söz edilmekte ve bu kişinin gazete ile ilgili problemlerinin çözümü konusunda Nedim isimli kişinin devreye girmesi önerilmektedir.
"Toygun" adının birisinin kod adı mı yoksa gerçekten bir gazetede çalışan Toygun adındaki bir kişiyi mi anlatmaktadır. Bu açık değil. Dolayısı ile ben yalnız "Toygun" adında birini tanımıyorum.
3- Soruşturmanın diğer evraklarında Toygun isimli kişinin Hürriyet Gazetesi'nde görevli muhabir Toygun Atilla olduğu iddiası gündeme gelmiştir.
Eğer Toygun isimli kişiyle Toygun Atilla kastediliyorsa ve çalıştığı Hürriyet Gazetesi'yle problemleri varsa çözümüne Milliyet'te muhabir olarak görev yapan Nedim Şener değil, Hürriyet Gazetesi yazarı talimatı hazırladığı iddia edilen H. Soner Yalçın'ın bizzat kendisi yardımcı olabilecek konumdadır.
Dolayısıyla böyle bir talimatın gerçek olamayacağı açıktır.
4- "Nedim. doc" adlı dokümanda "Nedim'i kullanalım." cümlesi ise tamamen gerçek dışıdır. Nedim Şener ne kendisini kullandırır ne başkasını kullanır.
Nedim Şener, 20 yıllık gazetecilik hayatında bırakın bir örgütü, kendi imzasını koymayacağı hiç bir kitap çalışmasının içinde yer almaz.
II - ODATV'DE ELE GEÇEN "Hanefi.doc" ve "Nedim.doc" İSİMLİ WORD DÖKÜMANLARININ İÇERİK DEĞERLENDİRİLMESİ :
Soner isimli kullanıcı tarafından bilgisayarda 12. 07. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Hanefi" isimli word belgesinde; "Hanefi'nin kitabı ne durumda, referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim'i sıkıştırın hızlandırsın..." Referandum sürecinde Cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenirliliğini azaltmalı; Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim, Nedim'i ve Cumhur'u kullanalım" yazdığı tespit edilmiştir.
Öncelikle şunu belirtmem gerekir;
1- "Hanefi" isimli belgede geçen "Nedim" adının Nedim Şener olduğuna dair bir delil yoktur.
2- Bu dokümanın içeriğinde talimat denilen konuların Nedim Şener'e ulaştığına ve Nedim Şener'in sözü geçen konularda çalışma yaptığına dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj yoktur. Hanefi dokümanı dışında öne sürülen başka da bir delil yoktur.
3- Hanefi isimli dokümanın içeriğine bakıldığında ise "Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." denilmektedir.
Bir an için bu dokümanı doğru olduğu kabul edilse, kendisi(Hanefi Avcı) adını ortaya koyarak böyle bir şeyi(Kitap) teklif eden birisini , başka birisinin yönlendirmesine gerek olmadığı açıkça görülmektedir.
Ayrıca gerçek olarak kabul ediliyorsa, H. Avcı ile Soner Yalçın doğrudan görüşüyor. Çünkü iddiaya göre talimatı yazan H. Soner Yalçın , bunu "(Hanefi. Avcı'nın) böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." şeklinde ifade ederek bu teklifi kendisinin aldığını da anlatmış oluyor.
İddiaya göre talimatı yazanlarla görüşebilen birisinin(H. Avcı) yönlendirme amaçlı bir aracı (Nedim Şener’i) kullanması ise maddi gerçeklere aykırı bir durumdur.
4- Hanefi.doc isimli dokümanın oluşturulma tarihi 12 Temmuz 2010 olarak veriliyor. Ne o tarihten önce ne de sonra H. Avcı ile dokümanda geçen içerikte bir görüşme yapılmamıştır.
5- Ben, H. Avcı'nın, kitap yazdığından kitap yayınlanana kadar haberdar olmadım. Yayınevi'nin gönderdiği kitap 19 Ağustos 2010 günü akşama doğru Posta Gazetesin’deki adrese ulaşmıştır. Hızlı bir okumam ve göz atmam sonrası Milliyet Gazetesi'nde kitap ile ilgili haberi hazırladıktan sonra, şefinin okuması, haber merkezi ve yazı işleri redaksiyonunun ardından belirlenen başlıklarla söz konusu haber, 20 Ağustos 2010 günü Milliyet'te yayınlanmıştır. Söz konusu kitap, aynı tarihte Vatan ve Hürriyet Gazetesi’nde haberolarak yayınlanmıştır.
Hanefi Avcı da gerek tutuklanmadan önce yaptığı açıklamalarda gerek Savcılık ve Mahkeme ifadeleri ile verdiği dilekçelerinde ,kitap konusunda benim hiçbir katkımın olmadığını söylemiştir.
6- Dokümanda, "Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrıcalıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa, savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı..." denilmektedir.
“Hanefi” adlı doküman, 12 Temmuz 2010 tarihinde oluşturulmuş. Bu şekilde bir içeriğin, yaşanan gerçeklerle ilgisi yoktur.
Bu dokümanın, kitap yayınlandıktan yani 19 Ağustos 2010 tarihinden sonraki dönemi kapsadığını varsayarak, talimat içeriğinin Nedim Şener'in gazetelere verdiği röportaj ve TV programlarında "Hanefi Avcı'nın kitabında Dink cinayeti konusunda yanlış bir tespitte bulunduğunu, bunu bazı meslektaşlarını
korumak amacıyla yapmış olabileceğini ,hatta Avcı'nın Dink konusunda "Dink cinayeti aydınlanmıştır" şeklinde bir tespiti hakkında bilgisi olması halinde buna hukuken engel olurdum" şeklinde röportaj verdiği gerçeği ile taban tabana zıttır.(EK: 3 Akşam Gazetesi haberi)
Nedim Şener'in, Dink cinayeti konusunda Hanefi. Avcı'ya yönelik eleştirileri dikkate alındığında söz konusu dokümanda talimat olduğu ifade edilen yazıların geçerli olmadığı ve Nedim Şener'in bu tür talimat almadığını göstermektedir.
“ERGENEKON BELGELERİNDE FETHULLAH GÜLEN VE CEMAAT’ KİTABININ TASLAĞI OLDUĞU İDDİA EDİLEN “WORD” METNİN ODATV’NİN BİLGİSAYARINDA BULUNDUĞU İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :
“Ergenekon belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat” kitabının Odatv’deki bir bilgisayarda taslak halinin bulunması hakkında hiçbir dahilim yoktur. Bu kitabı çok büyük bir ölçüde iddia olunan Ergenekon Örgütü ile ilgili açılmış olan davaların iddianamesine ait ek klasörlerdeki belgelerden oluşturdum.
Kitabı tamamen kendi çabamla oluşturdum ve aylar süren bir çalışmanın ardından 2009 yılı Temmuz ayında yayınladım.
İddianamedeki gibi “Kitap basılmadan önce Odatv’ye geldiği ve Odatv çalışanları tarafından kontrolden geçtiğini göstermektedir” ifadesini ne bir yorum ve görüş ne de suçlama olarak kabul etmiyorum. Hiçbir zaman Odatv çalışanları ile bu tür bir ilişkim olmamıştır.
Ben kitabımı yayınlamadan önce doğal olarak yalnızca yayınevine gönderirim. Asıl önemlisi kitabımın taslağının benim tarafımdan gönderildiğine dair tek bir delil yoktur.
İddianamede ifade edildiği gibi Odatv çalışanlarının nasıl bir “kontrolden geçirdiğine ait” somut tek bir delil dosyada bulunmamaktadır. Ayrıca Odatv çalışanlarının ne tür bir kontrol işlemi yaptığı ve bu “kontrol edilmiş” kitabın bana ulaşıp ulaşmadığı, ulaştıysa hangi yolla gerçekleştiği anlatılmamış, soyut biçimde kontrolden geçtiği yorumunda bulunulmuştur.
Oysa ,bu kitabın taslağını, Odatv’cilere benim vermediğime dair en önemli delil iddianamenin 98’inci sayfasındadır;
Odatv çalışanı Barış Terkoğlu ile ilk ve tek telefon görüşmemin tarihi 16.09.2009’dur. Bu görüşmede Terkoğlu bir konuda benden görüş almak istiyor. Ben ise olumsuz yanıt veriyorum. Bunun üzerine Terkoğlu “Tamam o zaman biz sizinle hani hem şöyle bi tanışmış olduk.” diyor ve telefonu kapatıyor.
Benim kitabım ise 2009 yılı Temmuz ayında yayınlanmıştı. Yani kitabımın yayınlanmasından tam iki ay sonra, Odatv çalışanlarından Barış Terkoğlu ile ilk kez telefonda görüştüğüme göre kitabımı kontrol amacıyla Odatv’ye gönderdiğim iddiasının hiçbir geçerli dayanağı olamaz.
Yine iddianamenin 98’inci sayfasında H. Soner Yalçın ile yaptığım telefon konuşması tarihinin 21 Ekim 2009 olduğu görülmektedir. Bir haber konusunda yaptığımız bu konuşma ise Barış Terkoğlu ile yaptığım görüşmeden 1 ay, kitabımın yayınlanmasından 3 ay sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla yazdığım kitabı Odatv ye kontrol edilmesi için gönderdiğim,kitap taslağının kontrol edildiği (!) iddiası kabul edilemez.
Ayrıca kitabımı Ergenekon Savcılarının dava dosyaları eklerinde yer verdikleri raporlardan oluşturdum, kitabımda herhangi bir hakaret amacı olmadığı da yoktur.. Kitabımda “tarikat” ya da “örgüt” gibi bir nitelemede dahi de bulunmadım, sadece kamuoyunu bilgilendirme amacı ile kaleme aldım.
Öte yandan iddianamenin eklerinde bulunan telefon dinleme kayıtlarında “Ayten”, “Aysel Akdaş” ve “Talip” isimli kişilerle yaptığım telefon konuşmalarım kitabın tamamen benim tarafımdan yazıldığını göstermektedir.
Çünkü adını verdiğim kişiler , kitabı basan yayınevinin sahibi ve editörlüğünü yapanın eşidir.Görüşmelerin içeriğine bakıldığında kitaptaki imla hatalarının bile karşılıklı konuşmalarla tarafımızdan giderildiği anlaşılmaktadır.
ERGENEKON SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AMAÇ VE HEDEFLERİNE UYGUN OLARAK “HALİÇ’TE YAŞAYAN
SİMONLAR” KİTABININ HAZIRLANMASINDA GÖREV İDDİALARINA İLİŞKİN SAVUNMALARIM :
Öncelikle Hanefi Avcı’nın kitabının yazımına katıldığım, yazımına katkıda bulunduğum veya yönlendirdiğim iddialarını ardından da bunu, iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün amaç ve hedeflerine göre yaptığım iddialarını REDDEDİYORUM.
Hakkımda yöneltilen suçlamanın temelsizliğini anlatmak için bu iddiaların kaynağına da inmek gerekiyor. Hanefi Avcı’nın kitabınınErgenekon’un amaç ve hedeflerine uygun amaçlarla yazıldığı iddiası, soruşturma birimlerinin çalışmalarına mı dayanmaktadır ?
Hanefi Avcı’nın kitabının Ergenekon’un amaç ve hedeflerine uygun olarak yazılması hakkımdaki iddia, soruşturma birimlerinden değil birisi Polis Akademisi Öğretim üyesi beş köşe yazarı ve bir gazetenin haberine dayanmaktadır.
O gazeteciler şunlardır;
Yiğit Bulut (HaberTürk Gazetesi)
Alper Görmüş (Taraf Gazetesi)
Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf Gazetesi)
Şamil Tayyar (Star Gazetesi)
Bugün Gazetesi Ankara Temsilciliği’nin Önder Aytaç (Polis Akademisi Öğretim Üyesi)’nin yazı, yorum, haber ve söyleşilerine dayanmaktadır.
Nitekim bu durum İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atagün’ün 20.10.2010 tarih ve B.05.1.EGM.4.34-45400-19386 sayılı yazı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK 250 SYM) gönderdiği talimat talebiyle ortadadır.
Bu yazıda , iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün faaliyetleri arasında dezenformasyon faaliyetlerinin de bulunduğu hatırlatılarak, Avcı’nın kitabı ile ilgili tespit şu şekilde dile getirilmiştir;
“Yine son dönemde ülkemizde faaliyet yürüten yazılı ve görsel bazı yayın organlarında Hanefi Avcı’nın bahse konu kitabının iddia olunan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü tarafından bir dezenformasyon faaliyeti kapsamında yazdırılmış olabileceğine dair yayınlarında yapıldığı tespit edilmiştir.”
67’inci klasörde 337’inci sayfada yer alan bu resmi yazıda da belirtildiği gibi H. Avcı’nın kitabının Ergenekon faaliyeti olduğu 2007’den beri süren soruşturmada değil gazetelerde ve internet sitelerindeki yazı ve söyleşilere dayanmaktadır.
Yine 67’inci klasörün 335’inci sayfasında Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık, polisin 20 Ekim 2010’da kendisine gönderdiği yazıya aynı gün cevap vererek konu ile ilgili araştırma yapılması talimatı vermiştir.2009/1868 sayılı soruşturma nolu bu soruşturmanın sonucu bilinmemektedir.
Nitekim Savcı’nın talimatla görevlendirdiği İstanbul Terörle Mücadele Şubesi tarafından hazırlanan 28.09.2010 tarihli ön inceleme tutanağı hazırlamış 67 klasör’ün 334-323’üncü sayfaları arasında bulunan bu inceleme raporunun hiçbir yerinde benim bir katkım olduğuna dair bir tespit yoktur.
Benim Hanefi Avcı’nın kitabının yazımında rol oynadığımı ilk iddia eden kişi ise yine polise çok yakın hatta polisin içinden birisi olan Polis Akademisi Öğretim Üyesi Önder Aytaç’tır.
Önder Aytaç, 3 Ekim 2010 günü Habertürk televizyonunda katıldığı ve benim, Şamil Tayyar’ın da bulunduğu “Olduğu gibi” programında bazı gazetecilerle birlikte benim adımı ilk kez dile getirmiştir.
Bu programın bant çözümü 33’üncü klasörde(Sayfa 147) bulunmaktadır.
Dolayısıyla Hanefi Avcı’nın kitabına bir katkım ya da yönlendirmem söz konusu değil, medyada dolaşan yayınlarla linç edilmem söz konusudur. Zaten dosya içerisinde benim H. Avcı’nın kitabıyla ilgim olduğunu iddia eden tek HUSUS Odatv’de bilgisayarda bulunan “word” dokümanlardır.
HANGİ “DELİL”, HANGİ TALİMAT…
Savcılık, bu bölüme, Hanefi Avcı’nın kitabının yazımına yaptığım iddia edilen katkıya ilişkin “deliller” demiştir.
Bu bölümün başlığı her ne kadar “deliller” şeklinde ise de Hanefi Avcı’nın kitabının hazırlanmasında nasıl bir görev aldığıma dair tek bir somut yasal delil yer almamaktadır. Savcılık tarafından delil bulunmaması doğaldır, çünkü Hanefi Avcı’nın “Kitabın hazırlanmasında benim katkım olmamıştır.
Savcılık ,”Avcı’nın “Kitap yazdığımı haber vermedim.” şeklindeki ifadelerini de dikkate almamıştır.”
Odatv isimli internet sitesine yapılan baskında bir bilgisayarda bulunan “Nedim.doc”, “Hanefi.doc” ve “Sabri Uzun.doc” adlı dökümanlardan benim hiçbir zaman haberim olmamıştır. Bu tür talimatlardan haberim olmadığı gibi bu içerikte bir talimat ya da yönlendirme kimse tarafından bana yapılmamıştır. Ayrıca 71 klasörü bulan ekler içinde yer alan binlerce sayfalık telefon görüşme kayıtlarında e-posta mesajlarında, MSN yazışmalarında veya başka bir belge de bu tür sözü edilen doküman içeriğine ilişkin bir delil, konuşma, tek bir kelime bile yoktur.
Dolayısıyla ne H. Avcı’nın kitabının yazılmasına yardım ettiğime dair ne de Soner Yalçın’dan talimat aldığıma dair tek bir delil yoktur.
“Nedim.doc”, “Hanefi.doc”, “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanlardan haberim olmadığı gibi yine Odatv’de bulunan “Ulusal Medya 2010” isimli doküman hakkında da içeriği hakkında da bilgim yoktur ve olmamıştır.
Adı geçen “word” dokümanlarda “Nedim” şeklinde geçen kişinin ben olduğuma dair delil de yoktur. Bu dokümanlar 3 Mart 2011 günü gerçekleştirilen ev ve araba aramalarında bana ait dijital veri ve belgeler arasında yer almadı.
Ancak H. Soner Yalçın’ın mahkeme ifadesinde “Bu belgede ismi geçen Nedim olarak geçen şahıs gazeteci Nedim Şener olabilir.” Şeklindeki beyanı üzerine “word” dokümanlarda “Nedim” olarak adı geçen şahsın, ben olduğuma hükmedilmiştir.
Oysa ben bu ifadeden haberdar olduktan sonra H. Soner Yalçın hakkında “iftira” iddiasıyla suç duyurusunda bulundum. Soner Yalçın hakkında açılan soruşturmada, “Nedim olarak adı geçen ismin Nedim Şener olduğuna dair elinde bilgisi olmadığı , tahminen Nedim Şener dediği kabul edilerek takipsizlik kararı verilmiştir.
İddianamenin 99’uncu sayfasında ise Hanefi Avcı ile benim aramda geçen iki telefon görüşmesine yer verilmiştir. Görüşmelerden ilki 24.05.2009 tarihli ikincisi ise 20.10.2009 tarihlidir.
Her iki görüşmenin içeriği de haberle ilgilidir. Bu iki görüşmenin 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitapla ilgisi yoktur. Zaten bu iki görüşmenin söz konusu kitabın basılmasından 1 yıl önce yapıldığı düşünüldüğünde suçlamayla ilgisi olmadığı da kolayca anlaşılmaktadır.
Savcılığın bu telefon görüşmelerine İddianamede yer vermesinin amacı , Hanefi Avcı ile benim aramdaki ilişkiye dikkat çekmektir. Evet ben Hanefi Avcı ile birçok kez yalnızca haber amacıyla görüştüm. Ve bu görüşmelerimin birçoğu da çalıştığım Milliyet Gazetesinde haber olarak yayınlanmıştır.
Hanefi Avcı özellikle 1990’larda ve daha sonra AKP iktidarı ile basında adından en çok söz ettiren polislerden biridir.
Birçok gazeteci ve yazar Hanefi Avcı ile görüşür ve haber olarak yayınlar. Haber kaynağı, gazeteci ilişkisinin iddianameye “geçmişe dayalı bağlantı” şeklindeki yorum kötü niyetli bir değerlendirmedir.
İddianamede Hanefi Avcı ile benim aramdaki ilişkiye örnek olarak halen tutuklu olan Ergenekon davası sanığı İsmail Yıldız’ın bilgisayarında bulunan iki adet doküman olarak gösteriliyor. Bu belgelerden ikisi de bir başka Ergenekon sanığı Hayrullah Mahmud isimli gazetecinin bana hakaret etme kastıyla yazdığı yazı ve
bir internet sitesine verdiği röportajdan oluşmaktadır.
İsmail Yıldız’dan ele geçirilen ve iddianamede yer alan birinci dokümanın tam metni 40’ıncı Delil Klasörünün 41-40’ıncı sayfalarında yer almaktadır. Bu metnin başlığı şöyledir;
“Kimin hususi yazarı ya da Ahmet Kekeç başta olmak üzere tüm Tayipçi yazarları, entelektüel anlamda düelloya davet ediyorum.
Bu başlık altındaki yazıda ben, Ahmet Kekeç, Nazlı Ilıcak gibi isimlerle birlikte “Tayipçi yazar” olarak nitelendiriliyorum.
Yine İsmail Yıldız’dan ele geçen ikinci doküman olarak “HMMEDYA FARESİ” isimli belge örnek gösteriliyor. İddianamenin 40’ıncı Delil Klasörünün 51 ve 44’üncü sayfalarına bakıldığında bu belgenin Hayrullah
Mahmud isimli kişinin “medya faresi.com” isimli internet sitesinde 23.11.2004 günü yayınlanan röportajı olduğu görülecektir. Polis tespit tutanağında bile benim aleyhimde bir yazı olduğu belirtilen bu röportajda bir önceki yazısında olduğu gibi Hanefi Avcı’nın benim adımı kullanarak kitap yazdığı yalanını
ortaya atmaktadır.
Aslında bu yazılarla bugün yapılan suçlamaya bakıldığında ortada tuhaf bir durum olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Şöyle ki: Savcılığın benim ile Hanefi Avcı arasında geçmişe dayalı ilişki olduğunu göstermek istediği ve İsmail Yıldız isimli kişinin bilgisayarında bulunan aleyhimdeki iki yazıda Hanefi Avcı’nın
kitap yazdığı ama bu kitapların benim adımla yayınlandığı gibi gerçekdışı ve saçma bir iddia ortaya çıkmaktadır.
İşin tuhafı ise bu dava kapsamında da benim katkıda bulunduğum ya da yardım ettiğim iddia edilen bir kitabın Hanefi Avcı adıyla yayınlanmış olması. Ancak her iki iddia da gerçek dışıdır. Ne Hanefi Avcı’nın yazdığı kitaba ben adımı koydum ne de Hanefi Avcı benim katkım olan bir çalışmaya adını koydu. Hem
Hayrullah Mahmud’un hem de Savcılığın iddiası gerçek dışıdır.
İddianamesinde belirttiği gibi 2009 yılına ilişkin iki telefon görüşmesi ya da İsmail Yıldız’ın bilgisayarındaki iki yazı “geçmişe dayalı bağlantı” olarak yorumlanamaz.
Hanefi Avcı ile ilişkim, gazeteci-haber kaynağı ilişkisinden başka bir şey değildir. Nitekim AKP hükümetinin iş başına gelmesinden kısa süre sonra İmar Bankası yolsuzluğu nedeniyle Uzan ailesine yönelik operasyon gerçekleştirilmiş ben de gazeteci olarak bir meslektaşım gibi gazeteme haber yapmıştım. Daha sonra Uzan ailesi hakkında “Uzanlar Bir Korku İmparatorluğu’nun Çöküşü” isimli kitabı yayınladım.
Operasyon büyük ölçüde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildi. Ve ben de İstanbul’da çalışan bir gazeteci olarakİstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri ile görüşerek haber yazdım. Bu konuda en büyük yardımı o dönem Kaçakçılık, Mali Şube, Organize Şube ve İstihbarat Şube’den Sorumlu Müdür Yardımcısı Ş. O’dan ve Mali Şube Müdürü M. A’dan yardım aldım. Hanefi Avcı’nın katkısı ise olmamıştır. Hanefi Avcı’dan daha sonraki yıllarda, Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra bu ildeki yolsuzluk
operasyonları hakkında haber yazmak üzere bilgi aldım röportaj yaptım. Ama bunlar “bağlantı” değil haber amaçlı görüşmelerdir.
Savcılık iddianamenin 99’uncu sayfasında, “…. Nedim Şener’in hazırlanmasında bizzat görev aldığı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabın….” ifadesini kullanmakta ancak “……… bizzat görev aldığıma……”
dair tek bir doğrudan ya da dolaylı somut delil koymamaktadır.
Yalnızca Odatv’de bilgisayarda bulunan iki “word” notu ve Hanefi Avcı ile iki yıl önce yapılmış iki telefon görüşmesi ile aleyhimde ve beni karalamak amacıyla iftira atılan iki internet metnini alt alta koyarak Hanefi Avcı ile geçmişe dayalı bağlantısı var yorumuyla “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabın yanında “bizzat görev almakla…” suçlamaktadır.
İddia edilen bu görevin hangi yolla kim tarafından nerede, ne zaman verildiğine dair tek bir delil bulunmamaktadır. Ayrıca adı geçen kitabın hangi bölümünün ne zaman nerede yazdığıma ya da ne tür bir katkı ve yönlendirmede bulunduğuma dair tek bir delil, telefon konuşması, belge, yazışma, mesaj vs. 71 klasör içinde yoktur.
“Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının dijital halinin Odatv bilgisayarında bulunması ile hiçbir ilgim yoktur olamaz. Dolayısıyla bu dijital hali ile kitabın basılmış hali arasında farkların olması birinci bölümüyle ikinci bölüm arasında düşünce ve görüş farklılıkları iddiaların muhatabı da, kitabın yazarı olan Hanefi Avcı’dan başkası olamaz.
Öte yandan Ergenekon’un zararları konusunda birinci bölümde görüş bildirilirken ikinci bölümde Ergenekon’un varlığının inkarı değil, Ergenekon operasyonlarının yapılış biçimine ilişkin eleştiriler dikkati çekmektedir.
Ben yaklaşık 20 yıllık gazetecilik hayatım boyunca 10 kitap ve yüzlerce belki de binlerce haber yaptım. Bugüne kadar yazdıklarım nedeniyle yüzlerce kez mahkemeye çıktım. Her yazdığımı savundum. Hayatımda ilk kez yazmadığım şeyler hakkında yargılanıyorum.
Tüm meslek hayatım boyunca hiçbir habere politik açıdan bakmadım ANAP, DYP, MHP, CHP, gibi AKP’li siyasetçilerin de yolsuzluklarını yazdım. Hiçbir zaman kara propaganda gibi bir kavramı duymadım böyle davranan gazeteci de tanımadım. Yazdığım, haber, kitap ve yazıların hiç birisinde Ergenekon
operasyonlarını yürüten adli makamlarla ilgili konular yer almamıştır.
Benim gazeteci olarak ilgilendiğim konulardan birisi de Hrant Dink cinayetidir.
Ben ,huzurunuzda Ergenekon Örgütüne yardım iddiasıyla yargılanıyorum ancak Ergenekon ile Dink cinayeti arasındaki bağlantıyı ortaya koyan şemaları yayınladığım için de Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde
“Ergenekon soruşturmasında gizliliği ihlal” iddiasıyla yargılanıyorum. Yani mevcut durum göz önün alındığında, “ben yardım ve yataklık yaptığım bir örgütü deşifre eden ve bu örgütün Dink cinayeti arasındaki bağlantıyı gösteren şemaları yayınlayan bir kişiyim.” Bu durumun makuliyetini takdirinize bırakıyorum.
İddianamenin 100’üncü sayfasında da, Hanefi Avcı ve benim ifadelerimden bazı satırlara yer verilmiştir. Burada Hanefi Avcı, kitabından benim haberim olmadığımı ve yayınlandıktan sonra bilgim olduğunu beyan etmiştir. Aynı şekilde benim ifademden alıntı yapılmış ve Hanefi Avcı’nın kitabını basıldıktan sonra ilk kez gördüğüm ve böylece haberdar olduğum bilgisi verilmiştir.
Savcılık, birbirini doğrulayan bu ifadeleri aktarırken benim kitaptan alıntı yaparak yazdığım haber ve yazılardan örnek vermek suretiyle “kitaptan alıntılar” ile kitabın basılmış nüshasındaki farklar olduğu dolayısıyla kitabın taslak halinin bende bulunduğu iddiasında bulunmuştur.
Bunu da iddianamede şöyle ifade etmiştir: “Ancak Nedim Şener her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de; “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitaptan alıntılar yaparak köşe
yazıları yazdığı, ancak yazılarındaki “kitaptan alıntılar” bölümlerinin kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu durum “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının taslak halinin daha önceden Nedim
Şener’de bulunduğunu, söz konusu kitap çalışmasının Nedim Şener ile birlikte yapıldığını açıkça göstermektedir.”
Savcılığın bu iddiasının somut hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü Hanefi Avcı’nın kitabı 19 Ağustos 2010 günü öğleden sonra gazeteye gelmiştir.Bu konuda Yayınevi tarafından adıma kesilen fatura ve 19.8.2010 tarihli kargo teslim belgesini ekte sunuyorum. (EK : 4)
Kitabın bana ulaşmasından sonra kitabın yazıldığını öğrenince hızlı bir çalışma yaparak Kitap hakkında, 20 Ağustos 2010 Milliyet’te ve aynı gün Posta Gazetesindeki köşe yazılarımı yazdım.
20 Ağustos 2010 günü, hem Hürriyet hem de Vatan Gazetesi’nde de kitap ile ilgili geniş haberler yayınlanmıştır. Kitabın basılmadan önceki halinin bende olduğu varsayılıyorsa benim söz konusu kitapla ilgili haberi diğer gazetelerden önce yapmış olmam gerekirdi. Yani diğer gazeteleri “haber atlatmam” gerekirdi.
Diğer gazetelerde de kitap ile ilgili haberin aynı gün yani 20 Ağustos 2010’da yayınlanmış olması, kitabın benim ve diğer gazetecilerin eline aynı tarihte geçtiğini göstermektedir. Dolayısıyla kitabın taslağının benim elimde önceden bulunduğu iddiası somut gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Nitekim kitabı basan yayınevinin elinde olan ve bize gönderdiği kargo ulaşım bilgileri kitabın 19 Ağustos 2010’da teslim edildiğini göstermektedir.
MEHMET BARANSU’NUN TEMELSİZ KASITLI İDDİALARI , SAVCI TARAFINDAN İNCELEME YAPMADAN AYNEN İDDİANAMEYE ALINMIŞTIR.
Öte yandan Savcılık, kitap ile ilgili yazdığım haber ve yazılardaki “alıntıların” kitabın basılmış nüshasında bulunmadığını iddia etmektedir. Bu durumun da elimde kitabın taslağının bulunduğu anlamına geldiğini kabul etmektedir.
Ancak Savcılığın Hanefi Avcı’nın yazdığı ve halen piyasada satılmakta olan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının yazımına katkı yaptığıma dair delil kabul edilen bu iddiaları, ilk kez Taraf Gazetesinde çalışan Mehmet Baransu’nun 14 Mart 2011 günkü yazısında dile getirilmiştir.
Tarihe özellikle dikkat çekiyorum; 14 Mart 2011!
Yani 3 Mart 2011’de gözaltına alınmamdan 11 gün, 6 Mart 2011’de tutuklanmamdan 8 gün sonra, iddianamede delil diye gündeme getirilen konu ne hakkımdaki soruşturma ne gözaltı ne de tutuklandığım tarihte ortada yoktu ! Nitekim Mehmet Baransu’nun 14 Mart’ta gündeme getirdiği konu polis sorgusunda, savcılık sorgusunda ve mahkeme sorgusunda bana yöneltilmemiştir. Bu konuda Savcılık ilerleyen aşamada da ifademe başvurmamış ve Mehmet Baransu’nun gündeme getirdiği gerçekdışı iddialar hakkında savunma hakkı tanınmamıştır.
Mehmet Baransu’nun gündeme getirdiği gerçekdışı iddialar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Nazmı Ardıç imzasıyla 02.08.2010 günü Savcılığa gönderilen 23 sayfalık “Tespit Tutanağı”nda aynen yer almıştır. Savcılıkta iki komiser yardımcısının imzasını taşıyan “Tespit Tutanağı”ndaki iddiaları aynen iddianameye almıştır.(40 no lu ek delil klasörü)
ELİNDE YASALARIN VERDİĞİ HER TÜRLÜ TEKNİK VE İSTİHBARAT İMKANLARI BULUNAN VE SAVCILIK TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEN EMNİYET MAKAMLARI, DELİL OLARAK MEHMET BARANSU’NUN 14 MART 2011 VE 28 MART 2011 GÜNKÜ YAZILARINA TESPİT TUTANAĞINDA YER VEREREK GERÇEKDIŞI KASITLI İDDİALARIN SAVCILIĞIN İDDİANAMESİNE” DELİL” DİYE GİRMESİNE NEDEN OLMUŞTUR.
Savcılık, Baransu’nun yazılarındaki gerçekdışı ve yalan iddiayı bu konuda savunmama başvurmadığı halde İddianamesine aynen almıştır.
Savcılık iddianamesinde aynen şöyle denmektedir;
“Ancak Nedim Şener her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitaptan alıntı yaparak köşe yazıları yazdığı ancak yazılarındaki “kitaptan alıntılar” bölümlerinin kitabın basılmış nüshalarında bulunmadığı anlaşılmıştır.
Savcılığın bu iddiasını, yine bizzat Savcının hazırladığı iddianamenin ilerleyen satırları yalanlamaktadır ;
Örneğin : 20 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesinde benim imzamla yayınlanan haberden bazı satırlar iddianameye alınırken Savcılık bu satırların kitabın basılmış nüshasında 583’üncü sayfasında olduğunu yazmıştır.
Yine aynı haberin başka bir bölümünden örnek verirken bu satırların kitabın 480-481’inci sayfasında bulunduğunu belirtmiştir. Yine 20 ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki yazımdan örnek verirken alıntı yaptığım satırların kitabın basılmış nüshasında 569-570’inci sayfalarında olduğunu yazmıştır.
31 Ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki yazdığım yazıdan örnek verirken de benim alıntı yaptığım satırların kitabın 480-481 ve 432-433’üncü sayfalarında olduğunu ifade etmiştir.
Yalnızca bu ifadeler, benim haber ve yazılarımda yaptığım “kitaptan alıntıların”, kitabın basılmış nüshasında “bulunmadığı” tespiti ile çelişmektedir. Bu çelişki de 02.08.2011 tarihli Polis Tespit Tutanağı’ndan
kaynaklanmaktadır. Oysa haber ve yazılarımdaki alıntılar ile kitabın basılmış nüshası karşılaştırıldığında, yalnızca “bazı farklardan” söz edebiliriz. Yani kitaptan alıntı yapılırken, okur için okunup anlaşılmasını
kolaylaştıracak kısaltma, düzeltme ve anlamı bozmayacak ifade değişiklikleri yapılmıştır.
Savcılık “kitaptan alıntıların” kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı iddiası yerine “Kitaptan alıntılar yapılırken bazı cümleler çıkartılmış, düzeltme yapılmış ve anlamı bozmayacak biçimde cümle değişiklikleri yapılmıştır” demesi doğru olurdu. Çünkü yapılan tam da budur. Bunlar, bütün dünyadaki gazetelerde
yapılan rutin “editöryal faaliyetlerdir.”
Elbette ideal olan bir yazılı metinden yapılan alıntın birebir aynı şekilde yazılmasıdır. Ancak özellikle günlük gazetelerde yer darlığı, sürat ve kısa ama öz bilginin aktarılması amacıyla editöryel faaliyetler önemlidir.
Bir gazetede benim gibi bir muhabir haberini yazdığında bu haber sırasıyla servis şefi, haber merkezi editörleri, haber merkezi müdürü ve yazı işleri sorumluları tarafından okunur, düzeltilir, kısaltılır ya da uzatılır içeriğinde detay bilgi vermek amacıyla değişiklikler yapılır ve yer alacağı sayfa sorumlularına
teslim edilir.
Sayfa sorumluları kullanılacak görsel malzeme ve fotoğrafların seçimini yapar önceden belirlenen yere haberi yerleştirir. Ancak haberin macerası burada bitmez. Kullanılacak görsel malzemenin büyüklüğüne bağlı olarak haber metninde kısaltma yapılır. Haberin başlığının bir ya da iki satır olmasına bağlı olarak haber metni kısaltılabilir.
Ve tüm bu aşamalarda haberi yazan muhabirin etkisi sıfıra yakındır. Tüm bu safhalar muhabirin bilgisi ve etkisi dışında gerçekleşir. Muhabirin haberde çok önemsediği bir cümle ya da bölüm ertesi gün gazetede yer almayabilir. Bu durum bütün günlük gazetelerde bu şekilde gerçekleşir ve bu şekilde yapıldığı için de kimse terör örgütüne yardım ve yataklık ile suçlanamaz.
Nitekim Milliyet Gazetesi gibi Vatan ve Hürriyet Gazetesi de Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında 20 Ağustos 2010 günü geniş birerhaber yayınlamış, her iki gazetede de kitaptan yapılan alıntılar ile kitabın basılmış nüshası arasında fark ortaya çıkmıştır.
Uzun bir bölüm iki cümlede özetlenmiş kitabın içerisinde soyadından bahsedilen kişilerin isimleri haberde yer verilmiştir. Yapılacak karşılaştırmada bunlar rahatlıkla görülebilecektir.
HATTA MİLLİYET, VATAN VE HÜRRİYET GAZETELERİNDEKİ HABERLERDE, KİTABIN AYNI BÖLÜMÜNDEN ALINTILARA YER VERİLMİŞ, ANCAK AYRI METİN HALİNE GETİRİLMİŞTİR. SAVCILIĞIN İDDİANAMEDEKİ YAKLAŞIMI İLE BAKILDIĞINDA HER ÜÇ GAZETEDE AYRI BİRER TASLAĞIN OLMASI GEREKİRDİ.
Yalnız günlük gazeteler değil haftalık yayın organları, televizyon ve radyolar hatta internet siteleri bile alıntı yaparken orijinal metinden farklı metinler oluşturabilirler.
Hatta ve hatta aynı konuda haftalar ve aylar sonra kitap yazanlar bile alıntı yaptıkları kaynaklardaki orijinal metinden farklı bir metin yazabiliyorlar.
**Konunun anlaşılması için İddianameden önce benim hakkımdaki bu iddiayı ortaya atan Mehmet Baransu’nun MÖSYÖ isimli kitabından (Karakutu Yayınları 2. Baskı Aralık 2010) bir örnek vereceğim
Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında onu eleştiren bir kitap yazan M. BARANSU kitabının 358’üncü sayfasında aynen şunları yazmaktadır :
“….
Hanefi Avcı kitabının ‘Neşter-2” bölümünü ele aldığı 264’üncü sayfasında da bir çelişkiye imza atmıştı.
Avcı, “HSYK eski Başkanvekili ve o zaman Yargıtay üyesi Ergün Güryel de grubun içindeydi. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki biz de bu görüşe katılıyoruz), Yargıtay üyeleri de sanıktı ve onlara da işlem yapmalıydı ama bu daha önce yapılmış bir şey değildi. “diye yazacaktı.”
Baransu , Avcı’nın kitabının 264. sayfasından yaptığı alıntıyı kendi kitabının 358. sayfasında bu şekilde aktarmıştı.
Şimdi Baransu’nun kitabında “alıntı” olarak aktardığı bu bölümün, Avcı’nın kitabının basılmış nüshasında bu şekilde olup olmadığına bakalım ;
Avcı’nın kitabının 264. sayfasında bu bölüm şöyle kaleme alınmış ;
“HSYK Başkanvekili ve o zamanın Yargıtay üyesi Ergün Güryel ve iki üç kişi ile irtibatları vardı. Bir zaman sonra tahkikat belli bir olgunluğa gelmiş ve operasyonun yapılması gerekiyordu. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki ben de bu görüşe katılıyordum), Yargıtay üyeleri de bu, daha önce yapılmış
olan bir şey değildi.”
Şimdi Baransu’nun alıntı şeklinde kitabında yer verdiği bölümü Avcı’nın kitabındaki bölüm ile karşılaştırdığımızda şu farklar ortaya çıkmaktadır;
1- Avcı’nın kitabından alıntı olarak verdiğim bölümde kırmızı renkli (bold) cümleler Baransu tarafından alıntı yapılırken çıkarılmış. Yani 53 kelimelik bölüm Baransu’nun kitabında 34 kelimeye indirilmiş.
2- Asıl dikkat çekici olansa bu alıntıda parantez içindeki (ki ben de aynı görüşe katılıyordum.) cümlesi Baransu tarafından (ki biz de bu görüşe katılıyoruz) şeklinde yayınlanmıştır.
Baransu’nun , MÖSYÖ kitabında, buna benzer birçok editöryel faaliyet yer almaktadır. Alıntı yaptığı bölümler kitabın orjinalinde farklı biçimde yayınlanmıştır. (EK :5 )
İstenmesi halinde örneklerini verebilirim. Buradan da yola çıkarak “kitaptan alıntı” ile kitabın basılmış nüshası arasındaki farklar olması bir suç değil özellikle günlük gazetelerde editöryel faaliyet olduğu açıkça görülmektedir.
ÇARPITARAK ZEHİRLENEN GERÇEĞİN, HUKUK VE ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN PANZEHİRİ DE YİNE HUKUK VE ADALET OLACAKTIR.
Bu aşamada şunu söylemek isterim; Mehmet Baransu’nun Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde yaptığı yorumun, Savcılığın bilirkişi diye görevlendirdiği polis teşkilatından iki komiser yardımcısının “Tespit Tutanağının” , İddianameye aynen alınması, önce Türkiye hukukuna ve adalet sistemine, düşünce ve ifade
özgürlüğüne, Cumhuriyet Savcılığından beklenen objektif hukuk adamı özelliğine ve Türk milleti adına karar verecek olan mahkemesine saygısızlık olarak görüyorum.
Çünkü en azından H. Avcı’nın kitabıyla ilgili- bu şekilde Tespit Tutanağı hazırlayan iki kişi “Komiser Yardımcısıdır”. Bilgisi, tecrübesi ne olduğunu bilmediğimiz iki Komiser Yardımcısı sırf öyle yorumladığı için kim
tarafından hazırlandığı bilinmeyen, gerçek olup olmadığı kanıtlanmayan ve asla benim bilgim olmayan “Hanefi” ve “Nedim” isimli iki word dokümanı, gerçekmiş, doğruymuş ve ispatlanmış kabul ederek, gazetede kitap hakkında yazdığım yazılardaki ifade farklarını dikkate alarak ve kitap basılmadan 1 yıl önce haber amaçlı telefon konuşmalarına dayanarak benim H. Avcı’nın kitabının yazımına katkı yaptığımı tutanağa geçirebiliyor ve Savcılık makamı da bunu kelimesi kelimesine iddianameye alabiliyor.
Eğer Savcılık bu tespitlerle yetinecek ise polis tespit tutanağına ihtiyaç duymamalıydı. Doğrudan Mehmet Baransu’nun yazısından alıntı yapabilirdi. Yani Mehmet Baransu’nun gazetesindeki yorumu ve iki komiser yardımcısının bu yoruma bağlı tespit tutanağı , Türkiye’deki adalet sistemini, hukuka inancımızı, kişi hak ve hürriyetlerini, düşünce ve ifade özgürlüğümüzü, yaşam ve güvenlik hakkımızı, basın özgürlüğünü, özel hayat güvenliği ve gizliliğini, ailelerimizin güvenliğini yani tüm hayatı zehirlemiştir. Ve bu zehrin panzehiri de yine hukuk içinde olacaktır. Bu zehrin ilacının adı da özgürlüktür, adalettir.
SAVCILIK VE POLİS KENDİ KAYITLARINDAN BULABİLECEĞİ BİR GERÇEK YERİNE YALAN OLAN BİR GAZETE MANŞETİNİ SORU OLARAK SORABİLMİŞTİR.
Savunmamın başlangıcından bu yana İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bu soruşturmayı yürütülmesinde yanlı tutumların nedenleri hakkında açıklamalarda bulundum.
Bu tutumun en bariz örneklerden birisi de, polisin kendi verilerinden birkaç dakikada öğrenebileceği gerçek yerine Güneş Gazetesi’nin 29.09.2010 tarihli yalan manşetini bana soru olarak sorabilmiştir. Güneş Gazetesi’nin “ Hanefi Avcı’nın Devrimci Karargah Örgütü soruşturmasında tutuklanmasının ardından, eşine, gönül ilişkisi içinde olan kişiye ve bana “Tutukluluk çıktı haklılığımız anlaşıldı”. Şeklinde mesaj attığı manşetten bir haber yayınlanmış. Ve İstanbul polisi ardından savcı Zekeriya Öz bana “H. Acı’nın tutuklandıktan sonra eşi, gönül ilişkisi olduğu bayandan hemen sonra ve sadece size mesaj atmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklinde bir soru sorabilmiştir.
Oysa bu bilgi, Şamil Tayyar’ın ortaya attığı bir yalandı. Emniyet, gazete manşetlerine çıkan yalan manşetlere dayanarak soru hazırlayıp Ergenekon soruşturmasını sulandıracağına elindeki kayıtlara baksa H. Avcı’nın tutuklandığında daha başka kimlere mesaj attığını görürdü. Ancak o zaman bu soruyu sormasına gerek kalmazdı. Amacın gerçek bir terör soruşturması değil polisin , maalesef soruşturma ile Savcılığı da yanıltarak bana karşı kasıtlı düşüncesini tatmini olduğu kanısındayım. Şamil Tayyar’ın yalanına tereddütsüzce polis, savcılık ve mahkemeler de ortak olmuş ve 8,5 aydır tutuklanmama neden olan dosyada , hukuk devletine yakışmayan bu tür ciddiyetsizlikler yer bulmuştur.
SAVCILIK H. AVCI’NIN KİTABINI BASAN YAYINEVİNDEN GELEN DELİLLERİ HİÇ DİKKATE ALMAMIŞ, KİTABIN BASANLARIN İFADELERİNE BAŞVURMAMIŞTIR. 61’İNCİ KLASÖR HAKKINDA BEYANLARIM :
Savcılık yazdığım haber ve yazılardan yola çıkarak benim elimde kitabın basılmamış taslağının bulunduğunu iddia etmektedir. Buna ilişkin tek bir somut kanıt yoktur. Ancak iddianamenin 61’inci delil klasörü savcılığın bu konudaki iddialarının tamamını çürütmektedir. Hanefi Avcı’nın 7 Haziran 2011 günü savcılığa verdiği dilekçesinde kitabı nasıl yazdığını detaylarıyla anlatmaktadır.
Kitabının redaksiyonunda çalışan editörlerin adlarını vermekte kitabı basan Angora Kitapevi’nden konuyla ilgili olarak aldığı belgeleri ve yazışmalarını delil olarak sunmaktadır.
Ama asıl önemlisi kitabının ilk yazdığı taslak metni ile ilerleyen süreçte editörlerle birlikte oluşturulan taslaklarının bazı sayfalarından örnekler verilmektedir.
Bu örnek sayfalarda, kitabın kaç aşamada ne gibi değişiklilere uğradığını ve nihai şeklini aldığını izlemek mümkün. Bu örnek sayfalardan bazıları da benim haber ve yazı yazarken alıntı yaptığım bölümlerin yer aldığı sayfalardır.
Eğer savcılığın iddiasını doğru kabul edersek benim alıntı yaptığım bölümlerdeki kelime farklılıklarının bu taslaklarda da olması gerekir. Olması gerekir ki ben bu alıntıları sözü edilen taslaktan almış olmalıyım.
Ancak biraz sonra detaylı olarak yer vereceğim açıklamada da görüleceği gibi, Milliyet’teki haber ve Posta’daki yazılarımda yer alan ve kitabın basılmış nüshasında bulunmayan kelime ve ifadeler yayınevinin elinde olan ve savcılığa da gönderdiği taslaklardan hiç birisinde yoktur. Olmaması doğal çünkü ben haber ve yazı yazarken herhangi bir taslaktan değil kitabın basılı halinden yararlandım. Ancak anlamı bozmayacak kelime ve ifade değişikliği olmuş, yalnız adı yazan bir kişinin soyadı ile kamuoyu tarafından bilinen özelliği metne eklenmiştir.
Bunlar da tamamen gazetenin yazı işleri faaliyetidir,yukarıda anlattığım editoryel faaliyetidir.
Şimdi 61’inci delil klasörlerindeki belgelere göre Avcı’nın kitabının yazım aşamalarına ve metnin nasıl değiştiğine göz atalım;
Kitabın 480’inci sayfasındaki;
“Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan İstanbul Emniyet’indeki cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi.” şeklindeki cümle ;
*1. AŞAMA’da şöyle yazılmış;
“Adliye polis muhabirliği yapan ve bu konularda doğru haber alan, iki güvendiğim muhabir arkadaşım senin hakkında da çalışma başlatılmış, Sabah gazetesine gelen İstanbul Emniyeti’ndeki, cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki prestijimi sarsacak çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylediler.”
*Bu cümle 2.AŞAMA’da şöyle redakte edilmiş;
(61. Klasör 68’inci sayfa)
“Polis adliye muhabirliği yapan ve bu konularda doğru haber alan, iki güvendiğim muhabir arkadaşım benim hakkımda da çalışma başlatıldığını belirtti. Sabah gazetesine gelen İstanbul Emniyeti’nde, cemaatin lideri
konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattığını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi.”
*Aynı cümle 3.AŞAMA’da şu şekilde oluşturulmuştur;
(61. Klasör sayfa 67)
“Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan, İstanbul Emniyet’inde, cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını basın mensuplarına söylemişlerdi.”
*Aynı cümle 4.AŞAMA’da yani kitapta şu şekilde oluşmuştur;
(61. Klasör sayfa 66)
“Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan, İstanbul Emniyet’inde, cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi.”
Bu cümle, Posta gazetesindeki 31 Ağustos 2010 günü yayınlanan “Avcı’ya kitabı yazdıran cemaatin İstanbul polisindeki lideri” yazımda ise şöyle yer aldı ;
“Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan Emin(Aslan) Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım için, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan…”
Görüldüğü gibi Posta Gazetesindeki yazımda tek fark kitapta “Emin Bey…” şeklinde başlayan cümleye, bilgilendirme amaçlı olarak soyadı(Aslan) ve hakkındaki iddia olan “Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan” cümlesine yer vermektedir.
Böylece alıntı da olsa yazıda “Emin Bey” şeklinde belirtilen kişi hakkında bilgilendirme amaçlı ekleme yapıldığı görülüyor.
Posta Gazetesi Yazı İşleri tarafından yapılan “Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan…” cümlesi ile “(Arslan)” kelimesi, ne H. Avcı’nın yayınevine verdiği ilk metinde ne de yayınevinin REDAKSİYON AŞAMALARINDA bulunmaktadır. Bu da eklemelerin herhangi bir taslak metinden alınmadığını, tamamen tarafından yapıldığını göstermektedir.
Yine Kitabın 432’inci sayfasında yer alan ;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda görev bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi olmayan), hatta…” cümlesi,
*redaksiyonun 1.AŞAMA’sında(61. Klasör 64.sayfa) şöyle kaleme alınmış;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla polis okulunda görev bulabildi yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek olan İstanbul için lazım olan sol örgütler konusunda bilgi, deneyim sahibi olma, evveliyatında pratik sokak tecrübesi olma şartları tutmayan, hatta…”
*Aynı cümle 2.AŞAMA’da(61.klasör sayfa 63) şöyle değiştirilmiş;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda görev bulabildi. Yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan(sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi) hatta…”
*Aynı cümle 3.AŞAMA’da yani kitapta (61.klasör sayfa 62) şöyle oluşturuldu;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda görev bulabildi. Yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan(sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi yeterli olmayan), hatta…”
Aynı cümle Posta Gazetesi’nde 31 Ağustos 2010 tarihli “Avcı’ya kitabı yazdıran cemaatin İstanbul polisindeki lideri” başlıklı yazımda şöyle yer aldı;
“Hrant Dink cinayetinden sonra Ahmet İlhan Güler görevden alındı. Yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan(sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi yeterli olmayan), hatta…”
Burada da görüldüğü gibi Posta Gazetesi’nde “kitaptan alıntı” yapılan bu bölüm ile kitabın basılmış nüshasındaki aynı bölüm arasında tek fark, “Sonunda Ahmet görevinden alındı,” cümlesine Ahmet’in kim olduğuna ilişkin bilgilendirme amaçlı eklemelerdir. Ahmet ismi yanına ikinci ismi ve soy ismi olan “İlhan Güler” kelimeleri konmuştur. Ayrıca Ahmet İlhan Güler’in özelliğinin ne olduğuna ilişkin bilgilendirme amaçlı olarak “Hrant Dink cinayetinden sonra” cümlesi eklenmiştir.
Ekleme yapılan “Hrant Dink cinayetinden sonra …İlhan Güler…” kelimeleri ne kitabın taslaklarında ne de kitabın basılmış nüshasında yer almamaktadır.
Bu da eklemenin, tarafımızdan bilgilendirme amaçlı yapıldığını göstermektedir.
Kitabın 59’uncu sayfasında “Bu bölümü niye yazdım.?” Başlıklı bölümde, “…Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir, zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Kimseye karışmadan sakin, üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim. Şimdi görev yaptığım Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim iyi bir düzen kurup burada 5 yıl 10 dönem bahçe içerisinde 200 metrekare evimde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım herkesi kandırsam da kendimi kandıramam.” cümlesi ise ,
*redaksiyonun 1.AŞAMASI ‘nda şöyledir;(61.klasör sayfa 59)
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum; geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da biliyorum. Kimseye karışmadan sakin, belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, meslektaşlarım var, iyi bir düzen kurup 5 yıl burada 10 dönem bahçe içerisinde 200 metrekare evde rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim. Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi
kandıramam.”
*Aynı bölüm redaksiyonun 2.AŞAMA’sında şöyle yazılmış;(61.klasör sayfa 58)
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunu da biliyorum. Kimseye karışmadan sakin belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Şimdi görev yaptığım Eskişehir ili gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup 5 yıl burada 10 dönem bahçe içerisinde 200 metrekare evde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi kandıramam.”
*Aynı bölüm redaksiyonun 3.AŞAMA’sı yani kitapta şöyle yazılmış;(61.klasör sayfa57)
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Kimseye karışmadan sakin, ü maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Şimdi görev yaptığım Eskişehir gibi çok güzel sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada 5 yıl, 10 dönem bahçe içerisindeki 200 metrekare evimde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi kandıramam.”
Bu bölüm Posta Gazetesindeki 20 Ağustos 2010 tarihli “Korku Ülkesi Komplo Ülkesi Oldu” başlıklı yazımda şu şekilde alıntı olarak yer aldı;
“Bunların (cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi kandıramam…”
Posta Gazetesindeki “kitaptan alıntı” ile kitabın basılmış nüshasındaki farklar ise şöyledir ;
“Bunların…” kelimesinden sonra ne kastedildiği anlatılmak amacıyla parantez içinde “(cemaat)” kelimesi eklenmiş.
Yine ilk cümlede, “zehir zindan” ifadesindeki “zehir” kelimesi kısaltma amacıyla olsa gerek atılmış.
Yine kısaltma amacıyla kitabın basılmış nüshasıyla alıntı yapılan bölümün “Kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.” Şeklindeki üçüncü cümlesi tamamen atılmıştır.
Dördüncü cümledeki, “Şimdi görev yaptığım…” şeklindeki üç kelime de kısaltma amacıyla çıkarılmıştır.
Beşinci cümlede ise anlamı değiştirmeyen ve ne Hanefi Avcı’nın yayınevine teslim ettiği taslakta ne de yayınevinin redaksiyon aşamalarında olmayan kelime değişiklikleri tarafımızdan yapılmıştır.
Kitapta, “… Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada 5 yıl 10 dönüm bahçe içerisindeki 200 metrekare evimde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.” Şeklindeki 44 kelimelik beşinci cümle Posta’da 12 kelimelik bir cümle olarak yayınlanmıştır. 44 kelimelik beşinci cümle, Posta’da, “Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim.” şeklinde
yayınlanmıştır.
Kitabın 569-570’inci sayfasında bulunan ve iddianamede de yer alan 93 kelimelik bölüm, Posta Gazetesi’nde 44 kelimelik kısaltılmış olarak yayınlanmıştır.
Bölüm içerisinde kısaltma yapılırken “şehirde” kelimesi “kentte”, “rahat ve huzurlu” kelimeleri yerine de “mutlu mesut” kelimeleri konmuştur.
Burada da dikkat edildiğinde Posta Gazetesindeki ilgili bölümdeki alıntılar kitabın basılı nüshasından alınmış, ancak kısaltma yapılmış anlamı bozmayacak kelime değişiklikleri yapılmıştır. Kitabın basılmış nüshasında
bulunmayan, “kentte”, “mutlu mesut” gibi kelimeler ne Hanefi Avcı’nın yayınevine verdiği taslakta ne de yayınevinin redaksiyon aşamalarını gösteren taslaklarda yer almaktadır. Bu da kısaltma ve değişikliklerin
nedeninin editöryal düzeltmeler olduğunu göstermektedir.
Editöryel faaliyet konusundaki en ilginç örnek yine 20 Ağustos 2010 günü Milliyet’te yayınlanan haber ile 20 Ağustos 2010 günü Posta Gazetesi ile Posta internet sitesinde yayınlanan köşe yazısıdır.
Önce 20 Ağustos 2010 günkü Milliyet’teki habere göz atalım:
Savcı ,iddianamesinde bu haberin başlığı, “Emniyet Müdürünün kitabı siyasi gündemi karıştıracak.” olarak veriliyor.
Oysa bu haberin Milliyet 1’inci sayfasındaki başlığı şöyledir ;“Emniyet Müdür kitap yazdı BENİ BİLE DİNLEDİLER” 16’ıncı sayfada ise başlık, “Komplo kurdular şikayet ettim”
Milliyet’teki 16’ıncı sayfadaki haber metni içerisinden bir bölümü aynı gün Posta’daki yazıda yer verilmiş olan aynı bölüm ile karşılaştıracağım :
Milliyet ;
“Bunların(cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma devam edebilirim… Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım.Herkesi kandırsam kendimi kandıramam.”
Aynı gün 20 Ağustos 2010 günü Posta’daki köşe yazımda, aynı bölüm şöyle yayınlandı ;
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim. Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım.Herkesi kandırsam kendimi kandıramam.”
Şimdi benim Milliyet’te ve Posta Gazetesi’nin basılı nüshasındaki haber ve yazıdaki farklılıklara bakalım;
*Milliyet’te “Bunların” kelimesinden sonra parantez içinde(cemaat) kelimesi var, Posta’daki yazıda yok.
*Milliyet’te “kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma devam edebilirdim.” Cümlesi var. Posta’daki yazıda yok.
*Posta’daki yazıda, “Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim” cümlesi var Milliyet’teki haberde yok.
Bu da gösteriyor ki, muhabir olarak bir yazı kaleme alınabiliyor ancak gazete yazı işleri bu alıntıyı istediği biçimde kısaltarak yayınlayabiliyor.
Bu da benim, Hanefi Avcı’nın kitabından bir alıntı yapıp iki gazeteye verdiğimi ama her iki gazetenin birbirinden bağımsız editör ve yazı işleri farklı cümleleri bazı değişikliklerle yayınladığını gösteriyor.
Bazen bu tür uygulamalar aynı gazetenin yazı işleri ile internet sayfalarında da yaşanabiliyor.
Yine aynı haber ve yazılardan örnek vermek gerekirse ; Milliyet’te 20 Ağustos 2010 günü 1’inci sayfasında “Ünlü Emniyet Müdürü kitap yazdı BENİ BİLE DİNLEDİLER”, 16’ıncı sayfasında “Komplo kurdular şikayet ettim” şeklinde yayınlanırken aynı haber Milliyet internet sitesinde “Emniyet Müdürünün kitabı siyasi gündemi karıştıracak” şeklinde yayınlanmıştır.
Yine aynı gün 20 Ağustos 2010 günü Posta gazetesinin basılı nüshasında Nedim Şener’in köşesinin başlığı “Hanefi Avcı’dan çok cesur bir kitap” iken Posta internet sitesinde “Korku Ülkesi Komplo Ülkesi Oldu” şeklinde yayınlanmıştır.
Posta Gazetesi internet sitesinde kitaptan alıntı yapılan bölüm, “Bunların(cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum,…” şeklinde başlarken, Posta’nın basılı nüshasında “Bunların hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, …” şeklindedir. Yani Posta internet sitesindeki yazıda parantez içinde (cemaat) kelimesi yer alırken, Posta’nın basılı sayısında (cemaat) kelimesi yoktur. Bu durum gazete yazı işlerinde yapılan değişikliklerin yapılabildiğini göstermektedir.
Buraya kadar anlattıklarım delil klasörlerindeki belgeler, dosyada bulunan ifadeler ışığında aleyhte delil olmamasına dayanarak Hanefi Avcı’nın kitabına bir katkımın olmadığımı ve onu yönlendiremediğimi göstermeye çalıştım.
Şimdi ise haber ve yazılarımdaki alıntılar ile kitabın basılmış nüshasındaki bölümler arasındaki “editöryel faaliyet” diyebileceğimiz farkların neler olduğunu anlatacağım.
Öncelikle haber ve yazılarımda “kitaptan alıntı” yaptığım bölümlerin kitabın basılmış nüshasında olmadığı iddiası gerçek dışı olduğunu yukarıda olduğu gibi bir kez daha vurgulamam gerekir. Ancak, kısaltma, imla hatalarını giderme, düzeltme, anlamı bozmayacak kelime ve cümle değişiklileri var mıdır? Diye sorulacak olursa yanıt; evet’tir.
Bu tür editöryel faaliyetleri haberi ilk yazan muhabir yapabildiği gibi haberi redakte eden sorumlular yanında Haber Müdürü'nden, Yazı İşleri Müdürü'ne, Sayfa Sorumluları'ndan, Genel Yayın Yönetmeni'ne kadar herkes yapabilmektedir. Hatta gündüz gazetede çalışanlar akşam evine gittikten sonra bizim kısaca "gececi" dediğimiz ve Haber Merkezi Gece Sorumluları da gerekli gördükleri hallerde değişiklikler yapılabilmektedir.
İddianamenin 100'üncü sayfasında yer verilen "kitaptan alıntı" ile haberde yer alan bölüm karşılaştırıldığında şu farklar dikkat çekmektedir;
1- "Dinleme ve izleme imkanları denetlenmezse..." şeklinde ifade haberde "izleme ve dinleme kontrol edilmezse..." şeklinde yazılmıştır.
2- Kitapta "Adalet bakanlığında" şeklindeki ifadedeki imla hatası haber metninde giderilmiş "Bakanlığı'nda" şeklinde, "B" harfi büyük ve "nda" eki virgül ile ayrılmıştır.
3- Aynı cümlenin devamında "herkesçe" kelimesi çıkartılmıştır. (muhtemelen yer kazanmak için)
4- Yine yer kazanmak amacıyla olsa gerek kitaptaki ilgili bölümde, "... başta il savcılarını ve diğer savcı ve hakimleri hiçbir şüpheye dayanmadan dinlettiren..." şeklindeki ifade haber metninde yer almamıştır.
Anlaşılacağı gibi kitabın basılı nüshasında yer almayan hiçbir konu Nedim Şener imzasıyla yayınlanan haber ve yazılarda da bulunmamaktadır.
İddianamede (sayfa 100) son derece hatalı bir tespitte şu ifadeler kullanılmıştır ; “Nedim Şener, her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de ; "HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR"
isimli kitaptan alıntılar yaparak köşe yazıları yazdığı, ancak yazılarındaki "kitaptan alıntılar" bölümlerinin kitabın basılmış nüshalarında bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu durum "Haliç'te Yaşayan Simonlar" isimli kitabın taslak halinin daha önceden Nedim Şener'de bulunduğunu, söz konusu kitap çalışmasının Nedim Şener ile birlikte yapıldığını açıkça göstermektedir.”
Savcılık,iddianamede haber ve köşe yazılarını karşılaştırırken önce haber ve yazılara yer vermiş devamında da kitaptan sayfa numarasıyla ilgili bölümü aktarmıştır.
Oysa haber ve yazılarındaki alıntı yapılan bölümlerin kitapta yer alıp almadığını anlamak için en sağlıklı yöntem, önce kitabın içinden ilgili bölümü daha sonra da bu bölümden yapılan alıntıları aktarmak olacaktır.
Kitabın basılmış nüshasının 583. sayfasında "dinleme ve izleme imkanları denetlenmezse, ülkedeki tüm muhalifler, hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir... Adalet bakanlığında cemaat taraftarı olduğu herkesçe -çıkarılmış bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve
başta il savcılarını ve diğer savcı ve hakimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat yanlısı müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmamalıdır." şeklinde olduğu tespit edilmiştir.
Şimdi de Nedim Şener'in imzasıyla 20 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan haber metnine göz atalım;
"İzleme ve dinleme kontrol edilmezse ülkedeki tüm muhaliflerin hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir. Adalet Bakanlığı'nda cemaat taraftarı olduğu bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve cemaat yanlısı müfettişler görevden alınmalıdır..."
Bu da İddianamedeki temel tespit olan, “Nedim Şener'in kitaptan alıntılar yaparak yazdığı köşe yazılarındaki bölümlerin kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı" şeklindeki ifade gerçeğin taban tabana zıt olduğunu
göstermektedir.
Kitap - haber karşılaştırılmasında ikinci örnek iddianamenin 101'inci sayfasında Hanefi Avcı'nın kitabından bir alıntı yapılıyor ve şöyle deniyor;
“Kitabın basılmış nüshasının 480. ve 481. sayfalarında "İstanbul Emniyetindeki cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylememişlerdi.
Birbiriyle irtibatı olmayan, her ikisi de doğrudan polis müdürlerinden bilgi aldıklarından bugüne kadar yaptıkları her haber doğru çıkan, iki farklı kaynak aynı şeyi söylüyordu.
Hakkımda araştırma yapıldığını söyleyen kişiler cemaatin İstanbul'daki en üst düzey polisleriydi." şeklinde olduğu tespit edilmiştir.”
Milliyet Gazetesi'nin 20 Ağustos 2010 günü sayısında H. Avcı'nın kitabıyla ilgili haberimde, ilgili bölüm hakkında yapılan alıntıya yer veriliyor. Milliyet'te yer alan alıntı şöyle:
"Emin beye yapılanlara karşı çıktığım için İstanbul Emniyet'indeki cemaat lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsmak için hakkımda araştırma başlattılar. Hakkımda araştırma başlatıldığını söyleyenler de cemaatin üst düzey polisleriydi..." şeklindeki bölümlerin;
Kitabın basılmış nüshasıyla, haberlerimin karşılaştırılması;
1-En temel farkın, Milliyet’teki haberde yer alan “Emin beye yapılanlara karşı çıktığım için…” şeklindeki cümlenin savcının iddianamesinde yer verdiği aynı bölümde bulunmaması. İddianameyi okuduğunda “Emin beye yapılanlara karşı çıktığım için…” cümlesinin kitapta olmadığı gibi bir sonuç çıkıyor.
Oysa kitabın 480’inci sayfasına bakıldığında bu cümlelerin yer aldığı görülmektedir. Savcılık ise her nedense söz konusu kitabın 480’inci sayfasında bulunan ilgili bölümde yer alan “Emin beye yapılanlara karşı
çıktığım…” şeklindeki bölüme iddianamede yer vermemiş. Eğer bu tutumu kitap ile kitaptan alıntı yapılan bölümler arasında çok büyük fark varmış gibi göstermeyi amaçlamıyorsa eksik ve özensiz bir çalışma diyebiliriz.
İddianamede yer alan kitaptan alıntı ve haber metnini karşılaştırdığımızda haberde, kitabın ilgili bölümünün kısaltılarak verildiğini görebiliriz.
Milliyet Gazetesi’nde 20 Ağustos 2010 günü H. Avcı’nın kitabının basılmış nüshası arasındaki farka ilişkin üçüncü örnek şudur;
Savcılık , kitabın 583’üncü sayfasından alıntı yaptığı şu satırları örnek olarak göstermektedir ;
“Kitabın basılmış nüshasının 583. sayfasında “Asgari düzeyde şunların yapılması gerekir. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı, kişileri tehdit ve şantaj amaçlı kanunsuz olarak dinleyenler tespit edilmeli…” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.”
Kitabın 583’üncü sayfasında olduğu iddia edilen bölümlerin , Milliyet’in 20 Ağustos 2010 tarihli sayısında “kitaptan alıntı” şeklinde şöyle verildiği İddianamede yer aldı:
“Ama öncelikle şunların yapılması gerekir: istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalıdır…” Alıntı yapılmış olan iki metin karşılaştırıldığında 21 kelimelik bir cümlenin yarı yarıya kısaltılarak anlamı bozmayacak şekilde
yayınlandığı görülecektir.
Cümlenin başındaki “asgari” kelimesi yerine yine aynı metin içerisinde yer alan “öncelikle” kelimesi konmuş, “asgari düzeyde şunların yapılması gerekir. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…”
Şeklindeki cümle “araştırılmalı” kelimesinden sonrası kısaltılarak;
“Ama önce şunların yapılması gerekir; istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalıdır.” şeklinde yayınlanmıştır.
*** Şimdi gelelim şok edici bölüme;
Savcılığın, 583’üncü sayfada dediği cümle 583’üncü sayfada bulunmuyor. İyi niyetle bakıldığında “583’üncü sayfa” şeklindeki ifadenin sehven yazıldığı düşünülebilir.
Gerçekten de dikkatlice okunduğunda savcılığın 583’üncü sayfada dediği cümlenin, kitabın 580’inci sayfasında olduğu görülür.
İyi niyetimizi korumakla beraber, kitabın 580’inci sayfasında ilgili cümlelere bakıldığında İddianame ile alıntı yapılan kitaptaki ifadeler arasında da farklar bulunduğunu görüyoruz.
Kitabın 580’inci sayfasındaki ilgili cümle şöyledir ;
“… Şu an bu kişilerin zararlı faaliyetlerinin önlenmesi için asgari düzeyde şunların yapılması gerekir:
Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…”
Savcılık ,kitabın basılmış nüshasının 583’üncü(gerçekte 580 olacak) sayfasından yaptığı alıntıyı iddianameye şöyle geçirdi:
“Asgari düzeyde şunların yapılması gerekir.
Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…”
Şimdi önemli soru şu; kitabın 580’inci sayfasında olan bir bölüm savcılık tarafından neden “583’üncü sayfa” şeklinde iddianameye yazılmıştır ?
İkinci önemli soru da şudur. Cümle “Şu an bu kişilerin…” şeklinde başlarken, savcılık aynı cümleyi “Asgari” kelimesiyle hem de “A” harfi büyük olarak başlatmıştır.
Elbet de şu akla gelebilir: Savcı cümlenin tamamını almak yerine ortasından almıştır.
Tabi ki bu cevap kabul edilebilir ama o zaman hukuki bir metinde başlangıcın cümlenin ortasından yapıldığını gösterecek imla kurallarına uyulması gerekmez miydi?
Yeni tırnak açıp üç nokta konduktan sonra cümleye küçük harfle başlanması gerekirdi.
Böylece iddianameyi okuyanlar o cümlenin bir başlangıcı olduğunu da anlamış olurdu.
Oysa Savcılık cümlenin başlangıç bölümünü almadığı gibi gazetedeki haberde yer verilen cümlenin devamına da yer vermiştir.
Bu açıdan bakıldığında, Savcılığın iddianamede, haber ve yazılarda “kitaptan alıntı” yaptığı bölümlerle, kitabın basılmış nüshası ile ilgili karşılaştırma yaparken şu tespitleri yapmak mümkündür ;
İddianamenin 101’inci sayfasında, 20 Ağustos 2010 tarihinde yani H. Avcı’nın kitabının gazetelere ilk kez haber olduğu gün Nedim Şener’in Posta gazetesindeki köşe yazısında kitaptan alıntı yaptığı bölümün, kitabın basılmış halinden farklı olduğu belirtilmektedir.
Bu fark her gazetede olduğu gibi editöryel çalışmalardır. Yani kitaptan alıntı yapılan cümlede anlatımı belirginleştirmek için yapılan hatırlatma ve aynı paragraf içerisinde anlamı bozmayacak kısaltmalardan ibarettir.
Bu tür redaksiyon yani kelimelerle ilgili değişiklikleri ben yapabileceğim gibi yazıdan kısaltmayı yada redaksiyonu Posta Gazetesi Yazı İşleri sorumluları da yapabilir.
Nitekim İddianamede 101’inci sayfada Posta Gazetesinde 20 Ağustos 2010 günü yayınlanan yazı ile kitaptan alıntı yapılan bölüm arasındaki en büyük fark kelime sayısıdır.
Avcı’nın kitabının 569 ve 570’inci sayfalarındaki ilgili bölüm,toplam 89 kelimeden oluşmaktadır. 89 kelimelik bu paragraf Posta gazetesindeki köşede 41 kelimeye düşürülmüştür. Tek eklenen kelime ise “Bunlar…” şeklinde başlayan cümlenin yanına neyi anlatmak istiyorsa ona uygun kelime yani(Cemaat)
kelimesi konmuştur.
Kitaplarda veya haber ve yazılarda veya herhangi bir konuda basın açıklaması yapılırken yalnızca bir isim veya “Bunlar, Şunlar, Onlar…”gibi kelimeler kullanıldığında o kitabı, haber yazı ya da açıklamayı yayına hazırlayanlar, yanına neyi ve kimi kastettiğini anlatmak için isim, soy isim ile bazen her ikisini de bazen de anlatılmak istenen grupların isimlerini yazarlar.
Burada da yapılan H. Avcı’nın, “Bunlar” derken neyi kastettiğini anlatmaktan başka bir şey değildir. Ayrıca Posta’da yayınlanan yazıda kitaptan alıntı yapılan bölümden Gazetenin yazı işleri tarafından kısaltma yapılmıştır.
20 Ağustos 2010 yani H.Avcı’nın kitabı ile ilgili gazetelerde ilk kez haber yayınlandığı gün imzamla Milliyet ve Posta gazetelerinde yayınlanan iki yazıya göz attığımızda konu daha net anlaşılacaktır.
Milliyet Gazetesinde 16.sayfada H.Avcı’nın kitabı ile ilgili “Komplo Kurdular Şikayet Ettim.” Başlığı altında verilen haberde şu ifadeler yer almaktadır;
“Bunların (Cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum. Geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma devam edebilirim… ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım.herkesi kandırsam kendimi kandıramam.”
Kitabın aynı bölümden yapılan alıntı Posta gazetesinde şöyle yayınlanmıştır;
“Bunların (Cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum. Geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim. Ama o zaman insanlığımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam kendimi kandırmam.”
Milliyet ve Posta gazetelerinde 20 Ağustos 2011 günü ,H.Avcı’nın kitabının aynı bölümüne ilişkin yazılmış bölümler arasında bile farklar ortadadır. Çünkü muhabir bir metni yazdığında yazı işlerinde sorumlular tarafından kısaltma ve değişiklikler yapılır.
Her iki yazı da benim imzamla yayınlandığına göre ve iddianamede iddia edildiği kitabın basılmış halinden önceki taslak hali bende olduğunu varsayarsak o zaman Milliyet’te yayınlanan haber için bir taslak Posta’da ki yazı için ayrı bir taslakta faydanmış olduğumu düşünmemiz gerekir(!)
Bu da normal bir düşünce olmasa gerek. Eğer bir adet taslak varsa hem Milliyet’te ki haberde hem de Posta’da ki yazıda kitabın aynı bölümünden yapılan alıntının aynı olması gerekir. Fakat görülüyor ki ben bir haber metni yazmışım o metninden iki paragrafı Milliyet ve Posta’daki yazımda kullanmışım, her iki gazetenin yazı işler sorumluları da metinlerden kısaltma ve anlamı bozmayacak şekilde kelime değişiklikleri yapmış ve yayınlamıştır.
** Gelelim yine iddianamenin 101’inci sayfasında yer alan 31 Ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki köşesinde yayınlanan “Avcı’ya Kitabı Yazdıran Cemaatin İstanbul Polisindeki Lideri” başlıklı yazısındaki iki cümle ile H.Avcı’nın kitabından alıntı yapıldığı belirtiler bölüm arasındaki farka;
H.Avcı’nın kitabının 480-481’inci sayfalarındaki ”Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan…” cümlesi,
Posta gazetesindeki yazımda;
“Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan Emin (Arslan) Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalardan memnun olmayan…” şeklinde aktarılmıştır.
Yani kitabın orjinalinde, “Emin Bey” şeklinde kimliği tam olarak anlaşılmayan kişinin kimliğini ve hakkında ne gibi işlemler yapıldığını ifade etmek için “hakkında uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla
tutuklanan” şeklinde bir ekleme yapılmış.”Emin” isminden sonra parantez içinde soyadı ”(Arslan)” şeklinde yazılarak okuyucuya net bir bilgi aktarılması sağlanmıştır.
Yine aynı tarihli köşe yazımda verilen bir başka örnekte aynı düşünceyle redakte edilmiştir :
Hanefi Avcı’nın kitabının 432-433’üncü sayfasında yer alan, ”sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla polis okulunda görev bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyimi ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi
olmayan), hatta…” şeklindeki cümle, Posta gazetesi 31 Ağustos 2010 günü köşe yazımda şu biçimde aktarılmıştır;
“Hrant Dink cinayetinden sonra Ahmet İlhan Güler görevinden alındı yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyimi ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi olmayan), hatta…”
31 Ağustos 2010 günkü Posta gazetesindeki köşe yazısından verilen örnek ile kitabın aynı bölümündeki cümlelerdeki tek fark “sonunda Ahmet görevden alındı…” şeklindeki başlangıç cümlesinin başına “Ahmet “ diye ifade edilen kişinin kimliğini netleştirmek için görevden alınmasına neden olan olay ve tam kimliğini vermek için ikinci ismi ”İlhan” ve soy ismi “Güler” kelimelerinin yer almasıdır.
Görüldüğü gibi Posta gazetesinin 31 Ağustos 2010 günkü sayısında Nedim Şener imzasıyla yayınlanan yazı ile H.Avcı’nın Kitabında yer verdiği ilgili bölümdeki tek fark belirsiz olan isimlerin kimliklerini ve özelliklerini okura anlatmak için yazar yada yazı işleri tarafından yapılan editöryel eklemelerdir.
İDDİANAMENİN 102’İNCİ SAYFASINDAKİ “İMAMIN ORDUSU İSİMLİ DÖKÜMANIN “ YAZDIRILMASINDA GÖREV ALDIĞIM İDDİASINA YANITLARIM :
İddianamede Nedim Şener’in “İMAMIN ORDUSU” isimli kitabın yazdırılmasında görev aldığına ilişkin delil olarak Oda TV’ye yapılan polis baskınında ele geçen bir başka “word” dokümanı gösterilmiştir.
Ahmet Şık’ ın kitabına katkım iddiası polis bilirkişilerin dosya eklerinde yer alan 49 sayfalık raporunda yalnız bir kez adımın geçmesine dayanmaktadır.
İddianamede ve eklerinde Ahmet Şık ile bu konuda çalıştığımıza dair tek bir delil yoktur. İddia tamamen polisin ve savcılığın varsayımıdır.
Soner Yalçın tarafından oluşturulduğu iddia edilen “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanda ;
“Sabri’nin Kitap konusunda çekincesi var ikna etmeye çalışalım, kitabı seçimden önce yetişmeli. Nedim Ahmet Şık’la bu konuda görüşsün… Nedim’i kutlarım. Ahmet’i çalıştırsın…” yazdığı ileri sürülmektedir.
İddianamede , söz konusu dokümanda geçen “Nedim” isminin, Nedim Şener olduğuna dair geçerli somut hiçbir delil bulunmadan, Nedim Şener’in haberdar olmadığı , 3. kişilerce hazırlanmış sözde word dokümanını talimat olarak yorumlamış, Nedim Şener hakkında doğruluğu tartışmalı olan “Ulusal Medya 2010” belgesine dayanarak Sabri Uzun ile bir kitap konusunda temasa geçtiği ve bir kitap çalışması yaptığını iddia etmiştir.
İddianamenin bu bölümünün devamında , “İmamın Ordusu” isimli kitap konusunda Ahmet Şık’ı yönlendirdiği iddia edilmektedir.Bu iddia da tümüyle haksız ve dayanaksızdır.
1- Öncelikle “Nedim” olarak geçen ismin Nedim Şener olduğuna dair hiçbir delil yoktur.
2- Nedim Şener “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanı ve Ulusal Medya 2010 isimle dokümanı görmemiş haklarında bilgi sahibi olmamıştır.
3- İddia edildiği gibi H. Soner Yalçın’dan bu içerikte bir görüşmesi olmamıştır. Ne “Hanefi” ne “Nedim” ne de “Sabri Uzun.doc” adlı
dokümanların içerikleri ile yalnız Soner Yalçın değil hiç kimse ile görüşme telefon konuşması, mesaj alış verişi yapmamıştır.
4- Nedim Şener ne H. Avcı’nın ne de A. Şık’ın kitap çalışmalarında bulunmamış herhangi bir yönlendirmede ya da talimat gibi bir eylemin
içinde yer almamıştır.
5- H. Avcı gibi A, Şık’ta Savcılık ve mahkeme ifadelerinde yazdıkları kitapta Nedim Şener’in bir katkısı ya da yönlendirmesi olmadığını açıkça beyan etmişlerdir.
6- Yapılan aramalarda Nedim Şener’in evinden ne talimat olduğu söylenen dokümanlar ne Ulusal Medya 2010 adlı doküman ne de adı geçen herhangi bir delil bulunmamıştır.
Varlığını bu soruşturma ile öğrendiğim bir kitap çalışması ile uzak yakın ilgim olmadığı halde nerede nasıl oluşturulduğu belli olmayan sadece bir word dosyasına dayanılarak Ahmet Şık’ı, bir örgüt stratejisi olarak kitap çalışmasına yönlendirdiğim şeklindeki temelsiz iddiayı/ suçlamayı tümüyle reddediyorum.
AÇIKLADIĞIM BU NEDENLERLE ;
a. dayanağı hiç araştırılmadan sözde hakkımda gönderilen mail ihbarı üzerine Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasına dahil edilerek
2 yıldan bu yana telefonlarım yasaya aykırı olarak dinlenmiş ve hiçbir bilimsel inceleme yapılmadan bir bilgisayarda bulunan
word dosyaları içeriğine ve 3. kişilerin kasıtlı beyanlarına dayanarak oluşturulan kasıtlı tespit raporları ile
b. hiçbir somut geçerli yasal delil olmaksızın piyasada satılan bir kitabın yazılmasına katkıda bulunduğum , diğer kitap çalışması
içinde olduğum kabul edilerek terör örgütüne talimatla yardım ettiğim suçlaması nedeniyle evrensel hak ve özgürlük olan ifade
özgürlüğü, kamuoyunun bilgilenme hakkı apaçık ihlal edilerek ,
20 yıllık gazeteci /yazar ben Nedim Şener hakkında, yardım ederek terör örgütü üyeliği suçlaması ile cezalandırılmam için açılan bu davadaki , tüm suçlama ve tespitlerin yasal dayanaktan yoksun olduğunu ve atılı suçun yasal unsurlarının bulunmadığını bir kez daha belirtiyorum ve beraatimi talep ediyorum.
AYRICA ÖNCELİKLE, dosyada mevcut delillerle hakkımda dava açılabildiğine , 8 ay süresince dosyada başka delil toplanmadığına ve suçlamaya göre mevcut deliller karşısında hakkımdaki suçlamaya göre TUTUKLULUK NEDENİNİN BULUNMADIĞI GÖZETİLEREK ceza/ yaptırım haline gelen 10 aya yaklaşan tutukluluk halimin kaldırılmasına karar verilmesini saygı ile talep ederim. 03.01.2012
NEDİM ŞENER
EK : 1. Açık Toplum Vakfı adına İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılan dilekçe ve cevabi yazı.
2. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 2009/89 E. Sayılı dosyada Ramazan Akyürek tarafından sunulan dilekçe ve Nedim Şener’in beyanını içeren 16.12.2009 günlü oturum zabtı.
3.10.10.2010 günlü Akşam Gazetesi’nde açıklamalarımın yayınlandığı Haber.
4.Haliçte Yaşan Simonlar kitabının tarafıma 19.8.2010 tarihinde kargo İle Yayınevi tarafından gönderildiğine ilişkin fatura ve kargo bilgisi.
5.Mehmet Baransu ‘nun kitabında , Hanefi Avcı’nın kitabından alıntı yapılan paragraf arasındaki farkılılıkları gösteren kitap sayfası örnekleri.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/1657 soruşturma sayılı 26.8.2011 günlü iddianamesinde , “.. örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiği anlaşılmakla “ şeklindeki suçlama nedeniyle TCK 314/2. md. gereğince cezalandırılmam istenerek hakkımda dava açılmıştır.
Öncelikle belirtmek isterim ki bu iddianamede hakkımdaki ;
“ Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısı içinde bulunmamakla birlikte örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiğime ilişkin SUÇLAMAYI VE BU
SUÇLAMAYI ELDE ETMEYE YÖNELİK EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜNÜN HAKSIZ TESPİTLERİNİ TÜMÜYLE REDDEDİYORUM, KABUL ETMİYORUM.
20 YILDA ULAŞABİLDİĞİM TÜM GERÇEKLERİ 1000’DEN FAZLA HABER VE 10 KİTAPTA YAZDIM. TÜM YAZDIKLARIMI YARGILANDIĞIM 100’E YAKIN MAHKEMEDE SAVUNDUM AMA İLK KEZ YAZMADIĞIM ŞEYLER NEDERİYLE TUTUKLUYUM.
Mahkeme Başkanı Sayın Mehmet Ekinci’nin katıldığı ilk duruşmada söylediği “Olgularla yakıştırmaları ayıracağı” sözüne teşekkür ediyorum. Buna katkım olması amacıyla şunu söylemek istiyorum:
Benim, ‘gazeteci’ olduğum bir olgudur, ‘terörist ya da teröre yardım yataklık ettiğim’ bir yakıştırmadır.” Ve bu yakıştırma tamamen polis kaynaklıdır. Bizde bir söz var; “Şeriatın kestiği parmak acımaz.” diye, günümüzde “Adaletin kestiği parmak acımaz” diye söyleniyor. Evet, adaletin kestiği parmak acımaz
ama polisin kestiği parmak acıyor.
Neden derseniz? Çünkü hakkımdaki suçlamanın başlangıç ve bitiş noktası hep polise dayanıyor. Mesleğinin henüz başında olan iki komiser yardımcısının Savcılığa yazdığı raporlarla kitaplar örgütsel dokümana dönüşüyor, ben hiçbir etkim olmayan kitapların yazımına katkı ve yazarlarını yönlendirmekle suçlanıyorum.
Polis raporları birebir iddianameye dönüşüyor ve durum Türkiye’nin uluslar arası imajında ,“Düşünce ve İfade Özgürlüğüne saldırı” olarak iz bırakıyor. Ve eğitimleri, birikimleri ne olduğu bilinmeyen iki komiser yardımcısının imzalarını taşıyan raporlarla oluşan iddianame ile Türk Mahkemeleri yüz yüze bırakılıyor.
İşte o yüzden Mahkemenizin görevi, tarihidir.
Öncelikle şunu söylemeliyim; hiç kimsenin suç işleme lüksü yoktur. Buna Gazeteciler dahildir. Ve gazeteciler yargılanmaz diye bir şey de söz konusu değildir. Hatta gazeteciler herkesten fazla yargılanır hem mahkemelerde hem de kamuoyunda. Ve gazeteci nasıl ki – halkın bilgi alma hakkı – adına soru
sorabiliyorsa, kendisi de – bu kamu mesleğini yaparken - kendisine sorulan her soruya yanıt verebilmelidir.
Demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik rejimi ise gazeteci işe kendisinden başlayıp, meşru çizgiden ayrılmamalıdır.
Ben yirmi yıllık meslek hayatım boyunca hep bu çizgide durdum.
Elbette insan hakları, Anayasa ve yasalar çerçevesinde mesleğimi icra ettim. Ama asıl okuyanların, halkın vicdanında temiz bir şekilde kalmaya çalıştım.
Devlet, mesleğimi yaparken beni 100’ e yakın davada yargıladı. Bu davalardan hiç korkmadım. Yanlış bir şey yapmadığımı biliyordum , hukuka ve adalete inanıyordum. Ve bu davalardan beraat ettim.
Ben hiçbir zaman yargılanmaktan korkmadım. Ama halkın vicdanında yargılanmaktan hep korktum. Çünkü vicdanlarda yargılanarak alacağım ceza utanmaktır.
Bana göre utanmak, utanılacak bir şey yazmak, söylemek ve yapmak en büyük cezadır. Ama ne devletin bugüne kadar açtığı 100’ e yakın davada ne de bu davalarda insanların yüzüne rahatça, utanmadan bakıyorsam gerçeklere ihanet etmeyişimdendir.
Halkın, eşinizin, dostunuzun, çocuğunuzun, meslektaşlarınızın yüzüne utanmadan bakabiliyorsan bu hiç bir gücün önünde boyun eğmeyişimdendir.
Eğer boyun eğseydim. “Kalemini kır ama satama” diyen Sedat Simavi’ den, Abdi İpekçi’ den, Uğur Mumcu’ dan, Hrant Dink’ ten Yaşar Kemal’ den utanırdım.
Sakın ola yanlış anlaşılmasın bu hem suçlu hem güçlü sözündeki gibi suçluların yüzsüzlüğü gibi bir durum değil, haklılığın güçlülüğüdür.
Ve ben şimdi burada güçlülerin adaletini değil, adaletin gücünü görmek istiyorum.
Eşim iddianameyi okurken sekiz yaşımdaki kızım ismimin “terör” kelimesini görünce “Anne babam terörist mi diye sormuş. “Eğer babam teröristse ben babamı desteklemem çünkü terörist adam öldürür” demiş.
Oysa yıllardır “gazetecilik” ten başka bir şey yapmayan benim için üzerinde “Silahlı terör örgütü üyesi” yazılı evraklarla polisi evime gönderen Savcılığın böyle bir ayrıma gitmemesi hayret ve endişe vericidir.
1991 yılından beri muhabir olarak görev yapıyorum. 20 yıllık gazetecilik hayatım süresince amacım sahnenin arkasında neler olup bittiğini, anlatmak, gerçeklerle halkın arasına örülen duvarı yıkmak oldu. Demokrasinin, sağlıklı bir demokrasinin gerçeklerle eşit biçimde erişebilen yurttaşların verecekleri siyasi
kararlarla gelişebileceğine, eşitliğin ve adaletin de yine bu yolla mümkün olabileceğine inandım.
Basın özgürlüğünün de bu ideallerin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz koşul olduğunu bilerek görevimi yaptım. 20 yıldan beri terör, terör faaliyeti, örgütlere yardım ve yataklık ile değil, gerçeği sadece gerçeği ortaya çıkarmak için 1000’den fazla haber, 10 kitap yazdım.
1993 yılından beri yazdığım haberler nedeniyle ve bugüne kadar gazetecilik meslek örgütlerinden birçok ödül kazandım.
Ayrıca Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından dünyada 60 kişilik “Basın Özgürlüğü Kahramanı” listesine adım girdi. Dünya’da 60 gazetecinin adının bulunduğu bu listede Türkiye’den Abdi İpekçi ve Hrant Dink’in adı bulunmaktadır. Ayrıca Uluslar arası PEN Yazarlar Birliği Ödülü, Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü verildi. Bu ödül Türkiye’de Hrant Dink ve Ragıp Zarakolu’na verilmiştir.
Ancak ne gariptir ki PEN Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü verilen gazeteci Hrant Dink 2007 yılında bir suikast sonucu öldürüldü. Ben Mart 2011’de Ergenekon soruşturması, Ragıp Zarakolu da Ekim 2011’de KCK soruşturması kapsamında tutuklandık.
Yazdıklarım nedeniyle 100’e yakın mahkemede yargılandım. Yüzlerce yıl hapis isteminde, milyon dolarlarca tazminat talebinde bulunuldu. Bedeli ne olursa olsun gerçeği yazdım ve yazdığımı da savundum. Yüzlerce yıl hapis cezası istemiyle yargılandım. Son olarak 20 yıl hapis istemiyle yargılandığım İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davadan beraat ettim. Halen 5 ayrı davadan da yargılanıyorum.
Ama ilk kez hayatımda ilk kez yazmadığım kitaplar için suçlanıyorum.
Hem de fikren ya da madden yanında olmadığım ve karşısında durarak Hrant Dink cinayetindeki rolünün de ortaya çıkması için uğraştığım, bu nedenle de “gizliliği ihlal” iddiasıyla yargılandığım bir örgüte yardım ve
yataklık etmek iddiasıyla 10 aydır tutukluyum.
Bunları anlatmamın nedeni şudur; Ben bugüne kadar hep yazdığım haber ve kitaplardan yargılandım. Ve bu davalarda da yazdıklarımın arkasında durdum ve kendimi savundum. Tamamından da beraat ettim. Ancak hayatımda ilk kez yazmadığım ve herhangi bir katkımın olmadığı kitaplar nedeniyle tutukluyum ve yargılanıyorum.
Ben objektiflikten ayrılmadan halkın bilgi alma hakkı kapsamında her bilgiyi bedeli ne olursa olsun yazan ve bunun için yargılanma dahil her bedeli ödemeye hazır özgür bir gazeteciyim.
Yazdığını savunacak kadar şerefli ve onurluyum.
Ancak yazmadığım ve yazımına herhangi bir katkım olmayan kitaplarla ilgili ortaya atılan iddiaları asla ve asla kabul etmiyorum.
Ben bu davada sözü edilen ne “Nedim”, “Sabri Uzun”, “Hanefi”, ne de “Ulusal Medya 2010” isimli dokümanda bahsedilen kapsamda gazetecilik yapmam ya da yazı yazmam, başkalarının kitabına katkıda bulunmam söz konusu değildir böyle bir fiilim olmamıştır.
Bir gazeteci olarak kimse beni yönlendiremez ve bu güne kadar da yönlendiremedi. Benim gerçekten topluma ulaştırmam için bir başkasının aklına ya da iddia edilen plana ihtiyacım yoktur. Eleştiri yapacaksam da bunu yalnızca gerçekler ve olgular üzerinden yapabilirim.
Hiçbir zaman kimseye karşı siyasi pozisyon almam gazeteciliğimi siyasi düşüncelerle yapmadım. 20 yıllık gazetecilik hayatımda bugünkü siyasetçiler gibi önceki siyasetçilerin de yolsuzluk ve usulsüzlüklerini yazdım.
Olumlu söz ve davranışlarını da naklettim. Ama gerçeği gizleyen kim olursa olsun onları da isim isim yazdım. Bu gün geldi siyasi iktidar gün geldi. Bürokrat gün geldi. İstihbaratçılar ve polisler oldu.
Bu kişilerin konumları ve gücü ne olursa olsun eğer gerçeği gizliyorsa ya da halkın bilmesi gereken fiilin içindelerse bunun bedeli ne olursa olsun yazdım ve söyledim.
Bunu yaparken referanslarım evrensel anlamda İnsan Hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ilkeleri olmuştur. Ve basın özgürlüğünü de demokrasinin olmazsa olmaz koşulu halkın düşünce ve ifade özgürlüğünün garantisi olarak özümsemişimdir.
Size bir yazarın cümlesinden örnek vermek istiyorum, “İnsanlığın refahına ve güvenliğine en uygun rejim ulusal egemenliğe dayanan rejimdir. Milli egemenliği meclis sağlar, Meclis’in ayakta durması için basın özgürlüğü şarttır. “ Basın özgürlüğü olmayan yerde ne meclis vardır ne de ( Meşrutiyet)”
(Kaynak : Hıfzı Topuz, Özgürlüğe Kurşun Kitabı 2007)
Bu cümleler 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde kafasından vurularak öldürülen ilk basın şehidimiz Hasan Fehmi Bey’e aittir.
II. Meşrutiyet’in ilanı ile güya özgürlükler gelmiş ve İttihat ve Terakki İktidarı eleştiriye tahammülsüzlüğünü Hasan Fehmi Bey’in infaz kararın arkasında olarak göstermiştir.
Hasan Fehmi Bey o günkü iktidara yönelik eleştirileri ve gazetesi Serbest’i de yazdığı yolsuzluklar nedeniyle siyasi iktidarın tepkisini çekmiş, aldığı açık tehditlere rağmen gerçekleri yazmaktan korkmamıştır. 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü’nde patlayan tabanca ile başlayan gazetecilerin bedel ödeme, gerçeği yazma uğruna bedel ödeme serüveni tam 98 yıl sonra 4-5 kilometre uzaklıkta Şişli’de Agos Gazetesi önünde Hrant Dink’in başına sıkılan kurşunlarla sürmüştür.
Gerçeği yazma, bedeli ne olursa olsun gerçeği olduğu gibi yazmanın bedeli de maalesef artık hukuk eliyle ödetiliyor. Diğer gazeteci cinayetlerinde olduğu gibi gazetecilerin yazdıkları için hapse atılmasının ardında da devletin içine sızmış ve hukuk sistemini kullanarak adalet duygusunu zehirleyen karanlık güçlerin
parmağı olduğu dünya ve Türkiye’deki vicdanlı insan ve kurumlar tarafından kabul ediliyor. Herkes oynanan oyunun farkında.
Ve şunu biliyorum ki benim bir komplo sonucu tutuklanmam Dink Cinayetini aydınlatma çabalarının kırılması amacıyladır. Ve maalesef devletin imkan ve yetkilerini hukuk sistemini araç olarak kullanan karanlık güçler Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki kara lekesi olan Hırant Dink Cinayetinin aydınlanmasını engellemek için ne kadar pervasız olabileceklerini göstermişlerdir. Bu oyunu bozmakta yine bağımsız yargıçlara düşmektedir.
PEKİ NEDEN, NASIL VE KİM?
Benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazımına katkım olduğuna ya da yönlendirmede bulunduğuma dair tek bir tane somut kanıt olmadığı ortadadır.
“Peki burada bulunmamın nedeni ne?” diye bir soru akla gelmiştir.
“Neden?” sorusunun cevabını iki cümle ile yukarıda anlattım. “Nasıl?” sorusunun yanıtını da şimdi anlatayım. “Kim?” sorusunun yanıtını da siz bulacaksınız.
Bu dava kapsamında da ne Hanefi Avcı’nın kitabını ne de Ahmet Şık’ın kitabını yazdım. Ne de bu kitapların yazımına bir katkım olmuştur. Her iki yazarın da söylediği gibi Avcı ve Şık’ı yönlendirmem söz konusu değildir. Ve bunun aksine dosyada tek bir delil ortaya konmamıştır. İddianame benim gazetecilik
geçmişimi dikkate almadan yazılmıştır! Her şey Hanefi Avcı’nın kitabı ile başlayıp Ahmet Şık’ın kitabıyla bitiyor.
Ancak ne maddi(fiziki ya da eylem) ne de manevi(fikren) iddia olunan Ergenekon örgütüyle ilgim ve bağlantım yoktur.Bugüne kadar binlerce haber,100’den fazla köşe yazısı ve 10 adet kitap yazdım. Hiçbirisinde Ergenekon davaları, davayı yürüten adli makamları hedef alan bir görüş ortaya konmamıştır.
Ergenekon örgütü ile bağlantım varmış gibi gösterilmeye çalışılmam ise 06.05.2009’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen ve gerçek kimliği bilinmeyen ve bugüne kadar sahte bir isim olup olmadığı ne polis ne de adli makamlar tarafından araştırılmayan M. YILMAZ isimli şahıs tarafından gönderilen bir e-posta ile olmuştur.
BU sahte içerikli e-posta benim Hrant Dink cinayeti hakkında yaptığım araştırmam olan “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabımı yayınlamamdan ve bu cinayette ihtimali olan polislerin beni mahkemeye
vermesinden kısa bir süre yine bu polislerin görev yaptığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün içerisindeki başka bir birimin talebiyle telefonlarım dinlenmeye alınmıştır. Gelişmeleri kronolojik olarak vermem gerekirse
ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır ;
Ocak 2009: “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabım yayınlandı. Kitapta MİT, Jandarma ve
polisin cinayetteki ihmalleri isim isim ortaya kondu.
7 Şubat 2009: Emniyet Genel Müdürlüğü, kitabımda polisin ihmalini yazdığım için hakkımda TCK 301’inci
maddeden suç duyurusunda bulundu.
26 Şubat 2009: Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanan Trabzon Emniyet Müdürlüğü Yardımcı
İstihbarat Elemanı Erhan Tuncel ile cinayetten hemen sonra konuşan istihbaratçı polis memuru Muhittin Zenit hakkımda suç duyurusunda bulundu.
20 Mart 2009: Dink cinayeti planlandığında Trabzon Emniyet Müdürü olan ve cinayet işlendiğinde de
İstihbarat Dairesi Başkanı olan Ramazan Akyürek hakkımda suç duyurusunda bulundu.
23 Mart 2009: Dink cinayeti planlandığında ve cinayet işlendiğinde bu konudaki tüm ihbar, bilgi, belge
ve raporların toplandığı İstihbarat Dairesi C Şubesi Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer hakkımda suç duyurusunda bulundu.
20 Nisan 2009: Hrant Dink öldürüldüğünde katil ve azmettiricilerin yaşadığı Trabzon’un Emniyet İstihbarat Şube Müdürü olan Faruk Sarı hakkımda suç duyurusunda bulundu.
Nisan 2009: İstanbul Özel Yetkili Savcılığı dilekçeler üzerine hakkımda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 20 yıl hapis istemiyle dava açtı. Ayrıca 2. Sulh Ceza Mahkemesinde de 8 yıl hapis istemiyle dava açıldı.
6 Mayıs 2009: M. YILMAZ isimli şahıs tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne benim Ergenekon ile
ilgili olduğum yalan bilgisiyle bir e-posta göndereni hiçbir araştırmaya tabi tutmadan özel yetkili savcılığı göndererek ev ve cep telefonlarımın dinlenmesini talep etti.
22 Mayıs 2009: Savcılık,talebi İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yolladı. Mahkemede 2008/1692
soruşturma no lu kararıyla dinleme kararı verdi.
20 Ağustos 2009: Savcılığın talebi üzerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme uzatma kararı verdi. Soruşturma no 2008 / 1756
22 Kasım 2009: Ev ve cep telefonu dinlemesi kararının süresi bitti.
ODA TV BASKININA KADAR HİÇBİR HUKUKİ İŞLEM YAPILMADI. ERGENEKON’U PROPAGANDA BİRİMİNDE OLDUĞUM YÖNÜNDEKİ İHBAR VE CİNAYET PLANLAYAN BİR ÖRGÜT İLE ANILMAMA RAĞMEN POLİS
DİNLEMEYİ BIRAKIRKEN SAVCILIK AĞIR İDDİALARA RAĞMEN HİÇBİR HUKUKİ GİRİŞİMDE BULUNMADI. 14 ŞUBAT 2011 ODA TV BASKININA KADAR.
14 Şubat 2011: ODA TV baskınında “Hanefi”, “Nedim”, “Sabri Uzun” isimli word dokümanlar bulundu.
24 Şubat 2011: ODA TV’de bulunan dokümanlara dayanarak ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi kararı verildi. Kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu kez 2010 / 857 sayılı soruşturma no su ile verdi.
3 Mart 2011: Silahlı Terör Örgütü üyesi olma iddiasıyla gözaltına alındım.
6 Mart 2011: Tutuklandım.
ERGENEKON SORUŞTURMASINA NASIL DAHİL EDİLDİM ?
Görüldüğü gibi Ergenekon soruşturmasıyla hiçbir ilgim olmamasına rağmen yaptığım araştırma ile Dink Cinayetinde ihmali çıkan polislerin görev yaptığı Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen sahte isimli bir e-mail ile
Ergenekon’la ilişkilendirildim.
Yaptığım araştırmalar nedeniyle doğan husumet sonucu husumet duyan böyle bir operasyona sahte isimli bir e-posta ile dahil edilmiş olmam gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciliğe olduğu kadar Türk Yargı ve hukukuna da yapılmış saldırıdır.
Emniyet teşkilatının hakkımda asılsız ve göndereni belli olmayan e-posta ile , hukuku araç olarak kullandığı açıktır. Çünkü e-postanın gönderilmesinin üzerinden geçen 2 yıl içinde e-postanın içeriğini doğrulayacak tek bir delil bulunmadığı gibi e-postayı gönderenin kim olduğuna dair tek bir araştırma yapılmamıştır. Bu da amacın yalanlarla dolu e-posta aracılığıyla yalnızca ev ve cep telefonumun dinlenmek istendiği ortadadır. Aksi halde içerisinde cinayet hazırlığından söz edilen e-posta hakkında adı geçen herkes için çok daha etkili ve kapsamlı soruşturma yapılması gerekirdi.
Bu yapılmadığı gibi yalnızca benim ev ve cep telefonumun dinlenmesiyle yetinilmiştir. Bu durum bile baştan beri amacın benim telefonlarımın dinlenmesi olduğunu gösteriyor. Oysa cinayet planından söz edilen ve mahkemeye taşınacak kadar ciddiye alınan bir e-postada adı geçen olarak benim ve diğer kişilerin hakkında yalnız telefon dinlemesi talebiyle yetinilmemeli diğer soruşturma teknikleri(fiziki takip v.s) kararları da talep edilmeliydi.
Buna karşın Emniyet Müdürlüğü, yalnızca benim ev ve cep telefonumun dinlenmesi talebiyle yetinmiştir. Benim hakkımda fiziki takip kararı talep etmezken adı geçen birçok kişi hakkında herhangi bir talepte bulunma ihtiyacını da hissetmemiştir.
Bu durum bile bana yaptığım araştırmalar nedeniyle husumet duyan polislerin Ergenekon soruşturmasını kullandığını ve adımı bu operasyona karıştırdıklarını düşündürtmektedir.
Böyle düşünmemin haklı nedenleri vardır. Ama en önemlisi, telefonlarımın dinlenmesine neden olan e-postada adı geçen Açık Toplum Vakfı’ nın başvurusu üzerine iddianameyi hazırlayan Savcı Cihan Kansız’ ın 14.10.2011 tarihli ve 2011/605 savcılık esas numarası taşıyan yazdığı cevabi yazıdır.
Dosyamın eklerinde yer alan ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ nin benim ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi ile ilgili 22.05.2009 tarihli mahkeme kararında “İletişimin Dinlenmesinin ve Kayda Alınması Talebinin Sebebi”
bölümünde aynen şunlar yazmaktadır:
“ ‘Nedim Şener isimli şahsın iddia edilen Ergenekon Terör Örgütünün propaganda biriminde gizli görevli olduğu, ticari alanda çalışan grupları tehdit amaçlı çalışmalar yaptığı, Uzan Grubu ile ilgili kendisine bilgi
sızdırıldığı, Ergin POYRAZ ve Faruk TURGUT’ un misyonunu üstlendiği, Açık Toplum Vakfının organizesinde Binnaz TOPRAK ve Hakan ALTINAY grubu ile beraber çalışmalar yaptığı, şahsın asıl görevinin Ergenekon davasını destekleyen grupları yıpratma amaçlı çalışmalar yapması ve bu bağlamda savcılık ve emniyet birimleri arasında şantaj ve tehdit amaçlı oluşumları tamamladığı, bu birimin DİNK cinayetine benzer bir cinayet planladığı ve bu cinayet üzerinden bahse konu soruşturmada görev yapan kamu görevlilerini
yıpratarak tasfiye süreci başlatacağı’ şeklinde bilgiler elde edilmiş olup;
Soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespiti ile suç delillerinin eksiksiz toplanabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek faaliyetlerinin ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleri ile
birlikte yakalanabilmesinin fiziki takip ve tarassut çalışmaları ile mümkün olmadığından, başka türlü delil elde edilme imkanı bulunmadığı da anlaşıldığından iletişimin dinlenmesine karar verilmesi talep edilmiştir.”
Bu konu basında yer aldıktan sona dinleme kararında adı geçen Açık Toplum Vakfı ve Hakan Altınay vekili Av. Fethiye Çetin, 13.10.2011 tarihinde Özel Yetkili Başsavcılık Vekilliğine bir başvuru yapmıştır. ( Ek Başvuru dilekçesi )
Başvuruda dinleme kararında adı geçen Açık Toplum Vakfı ve Hakan Altınay ile ilgili olarak Ergenekon soruşturması kapsamında ne tür işlemler yapıldığına dair aşağıdaki sorular sorulmuştur ;
“ 1- Müvekkil vakıf hakkında yürütülmekte olan herhangi bir soruşturma
bulunup bulunmadığı,
2- Bir soruşturma yürütülüyor ise 2009 yılından bu yana bu soruşturmanın
neden sonuçlandırılmadığı,
3- Müvekkil vakıf hakkında dinleme kararı bulunup bulunmadığı, bulunuyor
ise bunun süresi ve ne zamandan beri devam ettiği,
4- İletişimin tespiti kararının sonucunda, müvekkil vakıf hakkında bir dava
açılmadığına göre, CMK m. 137/son gereğince tarafımıza bilgi verilmesi
gerektiği halde neden tarafımıza bilgi verilmediği,
5- Müvekkil vakfın faaliyetleri, açık ve yasal çalışmaları “kara propaganda”
olarak nitelendirilmesine ve Nedim Şener’ in dinlenmesi için gerekçi
yapılmış olmasına rağmen bu hususların neden iddianamede yer
almadığı,
6- Müvekkil vakfın faaliyetleri, açık ve yasal çalışmaları “kara
propaganda” olarak nitelendirilmesine ve Nedim Şener’ in dinlenmesi
için gerekçi yapılmış olmasına rağmen bu hususların müvekkil vakıf
hakkında neden yasal işlem yapılmadığı,
7- Müvekkil vakfın kamuya açık ve yasal çalışmalarının kim yada kimler
tarafından “ kara propaganda” olarak nitelendirildiği,
hususlarının yanıtlanması için bilgilerinize sunarız.”
Özel yetkili Savcı Cihan Kansız, bir gün sonra 14.10.2011 günü verdiği yazılı cevapta şunları belirtti:
“İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ ne gelen bir ihbarda sanık Nedim Şener ile bağlantılı olarak Açık Toplum Vakfı ve yöneticisi Hakan Altınay’ ın isimleri geçmiş olmakla birlikte CMK’ nın 250. maddesi ile yetkili Cumhuriyet
Başsavcılığımızca yürütülmekte olan Ergenekon silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında müvekkiliniz Hakan Altınay ve yöneticisi olduğu Açık Toplum Vakfı ile ilgili herhangi bir teknik takip veya bir soruşturma bulunmamaktadır.” ( EK :1 Savcılık makamının cevabi yazısı)
Görüldüğü gibi 06.05.2009 tarihinde M. YILMAZ sahte ismiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ ne gönderilen ve içerisinde çok vahim iddiaların olduğu ihbar e-mailinde adı geçenlerden NEDENSE yalnızca benim cep ve
ev telefonlarım dinlenmiştir.
GAZETECİLİK ANLAYIŞIM , OBJEKTİF GAZETECİLİĞİ SİYASETLE KARIŞTIRMAMAKTIR.
Savcılık, 20 yıllık gazetecilik çalışmalarımı ,Türkiye ve dünya kamuoyunun meslek kuruluşlarının takip ettiği yazarlık ve gazeteciliğimi yokmuş gibi davranarak dosyada yer verdiği bazı telefon tapeleri ile beni bir gazeteci gibi değil yasadışı oluşumlarla ilgisi olan bir terörist gibi göstermeye çalışmıştır. Oysa ben 1992 yılından beri fiilen gazetecilik yapıyorum. 1994 yılında Milliyet Gazetesine transfer oldum ve el konulan Marmarabank, İmpexbank ve TYT Bank yolsuzluklarıyla ilgili haberler yaptım.
1994 ekonomik krizi sonrası yolsuzluk haberleri konusunda yoğunlaştım. 1996 yılında Susurluk skandalı sonrası kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi sonrası bu kişinin vergi kaçakçılığı haberlerini yaptım. Aynı şekilde kumarhaneci Suat Özkan hakkında da vergi kaçakçılığı haberleri yazdım. Daha
sonra 1999 yılında Devlet Bakanı Cavit Çağlar’ın sahibi olduğu İnterbank ile ilgili yolsuzluk haberleri yaptım. 2000 yılında ise Türkiye’nin en büyük hayali ihracat ve vergi kaçakçılığı skandalı olan Orhan Aslıtürk’ün yasadışı organizasyonunu yazdım.
Adı hayali ihracata karışan işadamlarından Faruk Süren bir rekor olan 5 trilyon o günün dolar kuruyla 10 milyon dolarlık tazminat davası açtı. 2000-2002 yılları arasında gerçekleştirilen birçok yolsuzluk operasyonu hakkında birçok haber yazdım. 2001 yılında Türkiye’nin yolsuzluk tarihi ve güncel yolsuzluk olaylarını anlattığım “Tepeden Tırnağa Yolsuzluk”(Metis Yayınları) kitabını yayınladım.
2002 yılında da hayali ihracatçı Orhan Aslıtürk’ün döneminin ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümetine uzanan yolsuzluğunu “Naylon Holding”(OM Yayınları) kitaplaştırdım.
2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçilmesiyle kurulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu hakkında haberler yazdım. 2003 yılında AKP hükümetinin yürüttüğü Uzan ailesi hakkındaki yolsuzluk operasyonunu takip ettim. 2004 yılında bu haberimi “Uzan’lar Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü” adıyla kitaplaştırdım. Daha sonra TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu raporu hakkında haberler yazdım.
Alaattin Çakıcı ve Türkbank yolsuzluğunu “Kod adı Atilla”(Güncel Yayıncılık) kitaplaştırdım.
Uzanlar kitabı konusunda yazdığımı dosyada bulunan ve benim telefonlarımın dinlenmesine temel olan 06.05.2009 tarihli M. YILMAZ sahte ismiyle polise gönderilen e-postadaki sözde iddianın aksine, Hanefi
Avcı’dan değil Uzan Operasyonun İstanbul’da yöneten Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. A ve Mali Şube Müdürü M. A.’nın önemli yardımlarıyla yazdım.
“Kod adı Atilla” isimli kitap konusunda da en fazla yardımı Türkbank Araştırma Komisyonu Başkanlığı’ndan aldım. Bu arada birçok yolsuzluk haberi yaptım. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın yolsuzluklarını anlatan “Kemal Abi” kitabını yayınladım. Ardından El Kaide Finansörü olan Yasil El Kadı ile ilgili “Hayırsever Terörist” kitabını yayınladım. Ayrıca 2004-2010 arası banka hortumlamaları konusunda sayısız haber yazdım.
Kendi hakkımda bu detayları vermemin nedeni herhangi bir siyasi düşünceye karşı olma gibi saikle habercilik yapmadığımı anlatmaktadır. Herhangi bir siyasi partiye yakın olma ya da uzak olma düşüncesiyle değil, tamamen halkın bilgi alma hakkına saygım çerçevesinde gazetecilik yaptım.
Gazeteci olarak mağdurun kökeni ya da görevi gibi ayrıntılarla ilgilenmediğim gibi araştırdığım kişiler hakkında da bu tür ayrımları dikkate almadım. Benim için önemli olan gerçeklerdir, olgulardır, okurun gerçekleri öğrenme hakkıdır.
Yolsuzluk haberlerini de yolsuzluğu kimin yaptığına göre yapmadım. Bugünkü iktidar gibi geçmiş hükümetlerin yolsuzluklarını yazdım. Öte yandan yolsuzluğa karşı kim mücadele ediyorsa onu da tarafsızca haberleştirdim.
Örneğin, bu hükümetin Uzan Operasyonunu, banka hortumcularına karşı mücadelesini de yazdım, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın adının karıştığı hayali ihracat ve vergi kaçakçılığını da yazdım.
GAZETECİ /YAZAR NEDİM ŞENER VE ERGENEKON SORUŞTURMASI
Benim ismim ile Ergenekon adını aleni olarak yan yana getiren ilk isim, Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’tir.Ergenekon operasyonunu da yürüten Ramazan Akyürek, “ Dink cinayeti ve İstihbarat Yalanları “ isimli kitabım nedeniyle şikayeti üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada verdiği katılma dilekçesinde , “ benim kendisininErgenekon örgütüne hedef gösterdiğimi iddia etmiştir”.
O güne kadar hiç kimsenin dile getirmediği bu iddiayı , Ramazan Akyürek dilekçesinde yazmıştır (EK : 2 ) Ben de 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında ,” … bu polislerin Dink cinayetiyle
Ergenekon örgütü arasında ilişki olduğunu gizliyorlar.Oysa ben Dink cinayeti ile Ergenekon arasında bağlantı olduğunu belgeliyorum. Dolayısıyla olsa olsa ben kendini Ergenekon’a hedef göstermiş oluyorum.”
cevabını vermiştim.O gün Ramazan Akyürek’in neden benim adım ile Ergenekon adını yan yana getirdiğini anlayamamıştım. Şimdi anlıyorum…
Oysa bilindiği gibi Ergenekon soruşturması 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de bir evde el bombalarının bulunmasıyla başladı. 2008 yılı Ocak ayında da operasyonlar başlamıştır.
Ergenekon soruşturması kapsamındaki belgeler 1999 yılına kadar dayanmaktadır. Belgelerin bulunduğu Tuncay Güney 2001 yılında polis tarafından sorgulanmıştır.
Ne bu belgelerde ne 2001 tarihli Tuncay Güney sorgusunda ne de Ergenekon soruşturması kapsamında hiçbir şekilde adım geçmemiştir. Gözaltına alındığım 3 Mart 2011 gününe kadar bu konuda hiçbir hukuki işleme tabi tutulmadım, ifadem alınmadı soruşturma geçirmedim.
Ancak tutuklandığım 6 Mart 2011 günü Savcılık sorgusunda,hakkımda 6 Mayıs 2009 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhaberat Müdürlüğü’ne M.YILMAZ adıyla kimliği bilinmeyen bir kişinin gönderdiği e-posta
nedeniyle telefon dinleme kararı alındığı öğrendim.
Bugüne kadar kim olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığım ve soruşturma makamlarının da merak etmediği M.YILMAZ ismiyle gönderilen e-postanın içeriğinin gerçekdışı olduğu bilinmesine rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin başvurusu üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi cep ve ev telefonum hakkında dinleme kararı vermiştir.
E-postanın içeriğinin iftira ve yalan olduğunu en iyi bilecek kurum İstanbul Emniyet Müdürlüğü’dür. Çünkü e-postada Uzan operasyonunun Ergenekon talimatıyla yapıldığını belirtilmektedir. Oysa Uzan Operasyonu
AKP hükümetinin bir kararı ve İstanbul Emniyeti’nin yürüttüğü bir çalışmaydı.
Ayrıca e-postada Açık Toplum Vakfı ile yaptığım çalışmaları da Ergenekon faaliyeti gibi göstererek akıldışı bir iftira atılmıştır. Tamamı yalandır.
Cep ve ev telefonum şu mahkeme kararları ile dinlenmiştir ;
22.05.2009 14. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.
Soruşturma No: 2008 / 1692
20.08.2009 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık uzatma kararı.
Soruşturma No: 2008 / 1756
24.02.2011 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.
Soruşturma No: 2010 / 857
Yasa gereği 3 aylık 2 dinleme ardından 1 aylık uzatma kararı alınabilirken benim telefonlarım yasaya aykırı olarak 3’üncü kez 3 aylık dinlemeye alınmıştır.
20 Ağustos 2009 tarihinde 2008 / 1756 sayılı soruşturma kapsamında yapılan dinleme 22 Kasım 2009’da bitmiştir. Bu durumda dinlemenin kesilmesiyle ilgili kararların dosyada bulunması gerekirdi. Ancak bu belgeler dosyada yer almamaktadır. (Dosyaya celbini talep ediyorum)
14 Şubat 2011 günü gerçekleştirilen Oda TV baskını sırasında bir bilgisayarda bulunan “word” dokümanlarında “Nedim” adı geçiyor diye
24 Şubat 2011 günü, 2010 / 857 sayılı soruşturma kapsamında, cep telefonum ve ev telefonum dinlemeye alındı ve 3 Mart 2011 günü ise gözaltına alındım.
Hakkımdaki temel suçlama ,Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın yazdığı kitaplar konusunda bu kişileri yönlendirmek ve bu kitapların yazımına katkı yapmak’tır.
Ancak ne bu kişileri yönlendirdiğime dair tek bir delil, ne Soner Yalçın’dan bu talimatları aldığıma dair tek bir delil ne de herhangi bir katkım olduğuna dair dosyada tek bir delil yoktur.
Modern hukukta kişilere işledikleri suçlara ilişkin deliller ortaya konur ve savunması beklenir. Ancak burada benden bu kitapları yazmadığımı ispatlamam yani iddianamenin bakışıyla olumsuz bir durumu ispatlamam
isteniyor. Yani yıllar sonra “ispat hakkı” geri dönmüş oluyor.
Mahkemeler delillerin toplandığı değil delillerin değerlendirildiği yerdir. Savcılık aleyhte olduğu gibi lehe delilleri de toplamak ve mahkemeye sunmak zorundadır.
İddianame kapsamında yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak dosyada benim lehime olan hiçbir delil ve ifade dikkate alınmamıştır. Savcılığın aleyhte olduğu gibi lehe olan delilleri de toplamak gibi bir sorumluluğu
bulunmaktadır. Bu tür bir çabanın olmadığı görülmekle birlikte, hiçbir fazladan çabaya gerek kalmadan dosyada bulunan lehe deliller iddianame hazırlanırken dikkate alınmamıştır.
Oysa dışarıdan ek bir delile veya tanığa gerek kalmadan ek klasördeki bilgi, belge ve ifadeler benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazılmasında katkımın ve rolümün olmadığını ortaya koymaktadır.
Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın ifadeleri yanında Avcı’nın kitabını basan yayınevinin dosyaya giren 61 nolu klasördeki belgelerde benim bu kitaba bir katkım olmadığını göstermektedir. Tersine bir delil bulunmadığı halde mevcut deliller iddia edilen fiillerin içinde bulunmadığımı göstermektedir. Mahkememizin bu delilleri dikkate almasını bekliyorum.
NEDİM ŞENER'İN H. SONER YALÇIN'DAN ALDIĞI TALİMAT İLE HANEFİ AVCI'YI YÖNLENDİRDİĞİ İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :
Soner Yalçın’ dan talimat aldığım iddiası ve aldığım talimat ile Hanefi Avcı’ yı yönlendirdiğim iddiası tamamen asılsız, delilsiz bir varsayımdır. Gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Zaten iddianamenin bizzat kendisi bu iddiayı çürütmektedir.
İddianamenin 96. sayfasının 12. satırında “…Hanefi Avcı’ ya ‘HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR’ isimli kitabın yazdırıldığı anlaşılmıştır.” denilmektedir.
Yine 96. sayfanın 36. satırında, “dolayısıyla tespit edilen bu çelişkiler kitabın ikinci bölümünün Hanefi Avcı tarafından kaleme alınmadığını …. ortaya koymaktadır.” denilmektedir.
Yine 96. sayfanın 48. satırında “Hanefi Avcı’ nın… Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün talimat ve yönlendirmeleri ile “HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitabı yazdığı, kitapta sanık Doğu Perinçek’ in etkisi ve yönlendirmelerinin olduğu...” denilmektedir.
İddianamenin 97. sayfasında, “Hanefi Avcı’ nın, Hüseyin Soner Yalçın’ nın talimatı ve Nedim Şener’ in yönlendirmesi doğrultusunda hareket ettiği ve 12 Eylül Referandumu öncesi ülke gündemini etkilemeyi veya yönlendirmeyi amaçladığı anlaşılmıştır.”
Yine soruşturmayı yapan Emniyet Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ nin Savcılığa yazdığı iki arama talebini içeren 2 Mart 2011 tarih ve 2011/54 suç no’lu evrakta, “ Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın Hanefi Avcı ‘nın Haliçte Yaşayan Simonlar kitabının yazılmasında GÖREV aldıklarının tespit edildiği, 12.3.20011 günlü Tespit tutanağında ise Nedim Şener’in KATKISININ OLABİLECEĞİ, 21.7.2011 günlü tutanakta ise
YÖNLENDİRDİĞİ ileri sürülmüştür.
BU ÇELİŞİK TESPİTLER hakkımdaki SUÇLANMAMA NASIL GEREKÇE OLABİLİR ? Ancak bu temelsiz gerekçeler hakkımdaki suçlamanın tek dayanağıdır.
İddianamenin Hanefi Avcı ile ilgili bölümünde sayfa 95’ te, “kitap yayınlandıktan sonra Nedim Şener’ in yazılarına… bakıldığında Hanife Avcı’ nın dürüstlüğünü ve güvenilirliğini ön plana çıkaran ve ayrıca kitabın reklamını yapan yayınlar yapıldığı, dolayısıyla söz konusu yazılı hususun da yerine getirildiği anlaşılmıştır.” denilmekte ve benim Posta Gazetesinde yayınlanan üç yazıma delil olarak yer verilmiştir.
Yazılardan birisi Avcı ile söyleşidir, diğeri Eskişehir’ deki makamında yapılan aramada bulunan ses kasetleri ile ilgili yazıdır.
Övme olarak nitelendiriliyor ise olsa olsa “Hanefi Avcı polislik mesleğinin vicdanıdır” başlıklı yazıdır. O yazım tamamen şahsi gözlemlerim ve kitabı ile ilgili kişisel yorumlarımdır. Kimsenin talimatı ve yönlendirmesi söz konusu değildir. Eğer “Hanefi Avcı’ yı övmek” gibi bir suç yaratılmak isteniyorsa benden önce yargılanması gereken çok sayıda gazeteci vardır. Ama ben size burada birkaç yazardan örnek vereceğim ;
Birincisi iddianamenin müştekisi Nazlı Ilıcak. Ilıcak, 23 Ağustos 2010 tarihinde Sabah Gazetesindeki köşesinde Hanefi Avcı’ yı şöyle tanımlıyor:
“…Hanefi Avcı, dürüst bir emniyet mensubu. Askerin siyasete müdahalesine, 28 Şubat gibi gelişmelere, Susurlukvari yapılanmalara ve haklı yönlendirmeyi amaçlayan psikolojik harekata karşı. Dindar, hatta bu yüzden zaman zaman “Fettullahçı” dahi sayılmıştı…”
Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu; hem de Hanefi Avcı Devrimci Karargahı Örgütüne yardım ettiği iddiasıyla tutuklandığı tarihte 29 Eylül 2010 günü şunları yazmıştı köşesinde:
“Mesleğinin 30’u aşkın yılını emniyet içinde belli bir ‘tutarlılık ve dürüstlük’ seviyesinde geçirmiş, emniyetin yaşayan efsanelerinden birisi olarak kabul görmüş bir polis hakkında ortaya atılan sol terör örgüt ilişkisi iddiası veya iması zihinlerde temizlik girişimine isabet eder…”
22 Temmuz Seçimleri öncesi Edirne’ ye giden Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne ise Hanefi Avcı hakkında şunları yazdı :
“ …Ellerine alacakları silahla bu ülkenin güvenliğini sağlama görevi üstlenecek Polis Akademisi ve Harp Okulu öğrencileri aradıkları ‘Kahraman’ modeli için Hanefi Avcı’ nın kişiliğine ve hayatına eğilmeli. Bu ülkede onurlu ve güvenli bir hayat arayan Kürt vatandaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni Hanefi Avcı gibi görmeli. Suç işlemeyi aklından geçirenler Hanefi Avcı’ nın yer aldığı kabuslarla uyanmalı.
…
Hanefi Avcı’ nın Diyarbakır’da devam eden dava için geçen ay tanık sıfatıyla verdiği ifadeyi, pergelin sabit ucu olarak görmek lazım. 1984 ‘ ten 1992 ‘ ye kadar tam 8 yıl Diyarbakır’ da İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan Avcı, sadece birkaç olayı ve faili meçhul cinayeti değil, kirli bir dönemi aydınlatıyor. Hanefi Avcı’ nın kariyeri ve kendini riske atarak yaptıkları, bize bahsettiğim modeli anlatıyor. Karşımızda bir kanun adamı var. Namuslu insanlarda çok az rastlanan bir meziyet var: Cesaret…
Ergenekon’ da yargılananlarla Hanefi Avcı’ yı karşı iki kutba yerleştirmek lazım. Özellikle Hanefi Avcı ile aynı işi yapanları…”
Görüldüğü gibi kitabının yayınlanmasından sonra Hanefi Avcı hakkında yazan ne ilk ne son gazeteciyim.
İddianamenin 104'üncü sayfasında yer alan hakkımdaki temel suçlamaya gelecek olursak ;
“Ayrıntılarıyla sunulan bütün bilgi ve belgelerdeki delillere göre şüpheli Nedim Şener'in, Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine uygun olarak, dava sürecini olumsuz etkilemek ve yönlendirmek amacıyla, örgütün güncel medya stratejisini ortaya koyan 'Ulusal Medya 2010 dokümanında belirtilen
stratejiler doğrultusunda Hanefi Avcı ismiyle yayınlanan 'Haliçte Yaşayan Simonlar' isimli kitabın yazılmasında ve Sabri Uzun adıyla yayınlanması planlanan 'İmamın Ordusu' isimli örgüt dokümanın hazırlanmasında görev almıştır. Bu süreçte Nedim Şener'in, Hüseyin Soner Yalçın'ın talimatı ile Hanefi
Avcı ve Ahmet Şık'ı yönlendirdiği belirlenmiştir.”
Burada da görüleceği gibi benim her iki kitabı ya da birini veya bir bölümünü "yazdığı" şeklinde bir iddiada bulunulmuyor. Temel suçlama , H. Soner Yalçın'ın talimatıyla Hanefi Avcı ve Ahmet Şık'ı “yönlendirmektir”.
Bu kapsamda TCK’nun 220/7 maddesine göre “üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek ” ile suçlanıyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki Ergenekon isminde bir örgütün olup olmadığı halen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren yargılama ile karara bağlanacak ve Yargıtay kararıyla kesinleşecektir.Halen Ergenekon Terör örgütü denilmemesi için yayın yasağı vardır.
Henüz olup olmadığı kesinleşmeyen ve Mahkemesinin dahi “iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü” şeklinde tanımladığı bir örgüte “bilerek ve isteyerek” nasıl yardım ve yataklık etmiş olabilirim ? Bu konudaki suçlama tamamen Soyuttur,DAYANAKSIZDIR. “Yardım ve yataklık”, kitap yazımı konusunda H. Avcı ve A. Şık’ı “yönlendirmek” şeklinde nitelendirilmiştir.
"Yönlendirme" konusunda temel delil olarak "Soner" isimli kullanıcı adı olan ve H. Soner Yalçın'ın sahibi Odatv isimli internet sitesindeki bir bilgisayarda ele geçirilen "Hanefi", "Nedim" ve "Sabri Uzun" isimli "word" dokümanlardır.
Soner Yalçın'ın ifadesinde kendisinin hazırlamadığını ve bilgisinin olmadığını söylediği söz konusu dokümanlardaki talimatlardan benim de hiçbir zaman bilgim olmamıştır.
Bu belgelerde "Nedim" olarak geçen ismin ben olmadığımı ısrarla belirtmeme rağmen, H. Soner Yalçın'ın mahkeme ifadesinde "Nedim şeklinde adı geçen kişi Nedim Şener olabilir" şeklindeki sözleri yeterli görülmüş ve Savcılık tarafından konu iddianameye dahil edilmiştir.
Ben, Soner Yalçın'ın söz konusu ifadesinden haberdar olduktan sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na "iftira" gerekçesiyle şikayette bulundum. Suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29.03.2011 tarihinde 2011/3271 kararı no, 2011/12781 soruşturma no ile Soner Yalçın hakkındaki “Soner Yalçın ifadesinde, sahibi olduğu haber sitesine ait işyerindeki bilgisayarda elde edildiği söylenen belge ve dokümanın kendisi ile ilgisinin olmadığı, belgede adı geçen isimlere ilişkin olarak tahmini yanıtlar verdiği “gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
İfadelerimde ve kamuoyuna yansıyan açıklamalarında ısrarla H. Soner Yalçın'ı tanımadığımı söyledim.Soner Yalçın da Nedim Şener'i tanımadığını söylemiştir.
İddianamede benim ile Soner Yalçın arasında 21. 10. 2009 günü gerçekleşen ve içeriği bir gazete haberi olan telefon görüşmesi "tanıma" olarak belirtilmektedir. Bir muhabir olarak 1 gün içerisinde 30 ile 50 arasında telefon görüşmesi yaparım. Hafta sonlarını çıkarttığımızda mesai günleri hesaplanarak bir yıl içinde 7 bin ile 10 bin telefon görüşmesi demektir. 20 yıldır gazetecilik süresince bu telefon konuşma sayısı 100 binlerle ifade edilebilir.
Bu süre zarfında yüzlerini bile görmediği her meslek grubundan binlerce insanla konuştum. Dolayısıyla o insanlar gibi Soner Yalçın'la da ilişkim iki adet telefon konuşmasından ibarettir.
Bu telefon konuşması dışında benimle hiçbir iletişim bağı / teması olmayan Soner Yalçın'ın bana talimat verdiği iddiası temelsizdir.
Soner Yalçın ile 21. 10. 2009 tarihinde yapılan telefon görüşmesi, Oda tv'de ele geçen "Ulusal Medya 2010" adı verilen ve 28. 09. 2010 olarak tarihlenen strateji belgesi kapsamında değerlendirilmektedir. 2010 tarihli bir belge ile 2009 yılında haber konulu bir konuşmanın ilişkilendirilmesi mantıklı değildir.
Benim ile Odatv ilişkisine örnek bir başka telefon konuşması 16. 09. 2009 tarihinde Barış Terkoğlu'nun araması üzerine gerçekleşen görüşmedir. Bu konuşmanın içeriğinde de anlaşılacağı gibi benim ile Odatv'ciler, Terkoğlu ve Yalçın ile tanışmadığımız anlaşılmaktadır. Dolayısıyla iddianamede "talimat
olacak kadar yakın" gibi gösterilmeye benim Odatv sahibi ve çalışanları ile hiçbir ilişkim yoktur.
Bu durum Nedim Şener'in, Soner Yalçın'dan talimat aldığı iddiasını da çürütmektedir.
Öte yandan benim Soner Yalçın'ın talimatıyla yönlendirdiğim iddia edilen Ahmet Şık ve Hanefi Avcı da , bu iddiaları ifade ve açıklamalarında reddetmişlerdir.
Hem Avcı hem de Şık Savcılık ve Mahkeme sorgularında yazdıkları kitaplar konusunda benim bir yönlendirmem ve katkım olmadığını da beyan etmişlerdir. Zaten dosyanın tamamında benim Avcı ve Şık'ı
yönlendirdiğime dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj, belge vb. şey yoktur.
Hanefi Avcı ile 2009 yılına ilişkin yapılan telefon görüşmeleri 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan bir kitaba ilişkin olarak H. Avcı ile benim aramda ilişkiye delil olarak sunulmaktadır.
Ben, Hanefi Avcı’ yı 2004 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ilk yolsuzluk operasyonları nedeniyle tanıdım.
Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra da haber amaçlı olarak Hanefi Avcı ile birçok görüşme yaptım. Ancak bunların hiçbirisi "örgütsel bir ilişki amaçlı ve içerikli değildir.
Yıllarca emniyette üst düzeyde görev yapmış olan Hanefi Avcı ile görüşen herkes hakkında “örgütsel ilişki" nitelemesi yapılacak olursa, özellikle birçok yazarlar, yayın yönetmenleri, haber müdürleri ve muhabirleri hapse atmak gerekir.
Dolayısıyla benim ile H. Avcı arasındaki ilişki gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin ilerisinde değildir.
Oysa hiçbir dayanağı olmadığı halde , H. Avcı ile 2009 yılında yaptığım telefon görüşmeleri iddianamede “Hanefi Avcı ile “bağlantı” şeklinde yorumlanmıştır. Hanefi Avcı ile “bağlantı” olacak şekilde bir ilişkim olmamıştır. Kendisiyle iddianamede yer verilen telefon görüşmeleri öncesinde ve sonrasında birçok
telefon görüşmem olmuş bunların bir kısmı fotoğraflı haber olarak yayınlanmıştır. Örneğin Edirne Emniyet Müdürü iken gümrük yolsuzluğu operasyonu yapan Avcı ile röportaj yaptım bu görüşme fotoğraflı olarak Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı. Yine kendisiyle yaptığım telefon görüşmesi sonucunda “Ben yaparım o yapmaz” şeklindeki manşet haberi yayınlanmıştır. Ayrıca kendisinin yazdığı kitap nedeniyle yaptığım röportaj 26 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
Savcılık, internetten açık kaynaklardan ulaşabileceği bu bilgilere İddianamede yer vermemiştir. Yer vermiş olsa idi H. Avcı ile ilişkimin “bağlantı” değil, haber kaynağı-gazeteci ilişkisi olduğu sonucuna kendiliğinden ulaşmış olacaktı. Oysa yalnızca iki telefon görüşmesine yer vererek H. Avcı ile ilişkinin zorlama bir yorumla “bağlantı” şeklinde algılatılmaya çalışılmıştır.
Buradan yola çıkarak tekrar belirtmek isterim ki ben kimseden talimat almadım, kimseye talimat da vermedim. Hiç kimseye bir başkasının talimatını aktarmadım. Hanefi Avcı ile haber dışında başka hiçbir ilişkim olmadı. Bunun aksine tek bir somut delil de yoktur.
ODATV'DE ELE GEÇEN DÖKÜMANLAR VE NEDİM ŞENER :
I - Bana yönelik suçlamalara kaynaklık eden dokümanlardan birisi de Odatv'de ele geçen "Nedim" isimli "word" dokümanıdır. Teknik incelemede 09. 08. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Nedim" isimli word belgesinde; "Nedim'in emniyet bağlantıları önemli, irtibatlarını devam ettirsin. Toygun'un gazete ile problemleri var, Nedim çözebilir mi?
Haber yayınlatamıyorsa biz neden değerlendirmiyoruz, Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı, çok fazla Hanefi'nin üzerine gidilmemeli, ana gündemden kopup Hanefi'yi tartışılır hale getirmiş oluruz" şeklinde notların yazılı olduğu tespit edilmiştir.
Dokümanın içeriğine bakıldığında şu sonuçlara varmak mümkün ;
1- Bu dokümanda geçen "Nedim" isminin ben olduğuma dair bir delil yoktur.
2- Belgenin içeriğinde bir başka tutarsızlık göze çarpmaktadır. Toygun isimli birisinden söz edilmekte ve bu kişinin gazete ile ilgili problemlerinin çözümü konusunda Nedim isimli kişinin devreye girmesi önerilmektedir.
"Toygun" adının birisinin kod adı mı yoksa gerçekten bir gazetede çalışan Toygun adındaki bir kişiyi mi anlatmaktadır. Bu açık değil. Dolayısı ile ben yalnız "Toygun" adında birini tanımıyorum.
3- Soruşturmanın diğer evraklarında Toygun isimli kişinin Hürriyet Gazetesi'nde görevli muhabir Toygun Atilla olduğu iddiası gündeme gelmiştir.
Eğer Toygun isimli kişiyle Toygun Atilla kastediliyorsa ve çalıştığı Hürriyet Gazetesi'yle problemleri varsa çözümüne Milliyet'te muhabir olarak görev yapan Nedim Şener değil, Hürriyet Gazetesi yazarı talimatı hazırladığı iddia edilen H. Soner Yalçın'ın bizzat kendisi yardımcı olabilecek konumdadır.
Dolayısıyla böyle bir talimatın gerçek olamayacağı açıktır.
4- "Nedim. doc" adlı dokümanda "Nedim'i kullanalım." cümlesi ise tamamen gerçek dışıdır. Nedim Şener ne kendisini kullandırır ne başkasını kullanır.
Nedim Şener, 20 yıllık gazetecilik hayatında bırakın bir örgütü, kendi imzasını koymayacağı hiç bir kitap çalışmasının içinde yer almaz.
II - ODATV'DE ELE GEÇEN "Hanefi.doc" ve "Nedim.doc" İSİMLİ WORD DÖKÜMANLARININ İÇERİK DEĞERLENDİRİLMESİ :
Soner isimli kullanıcı tarafından bilgisayarda 12. 07. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Hanefi" isimli word belgesinde; "Hanefi'nin kitabı ne durumda, referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim'i sıkıştırın hızlandırsın..." Referandum sürecinde Cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenirliliğini azaltmalı; Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim, Nedim'i ve Cumhur'u kullanalım" yazdığı tespit edilmiştir.
Öncelikle şunu belirtmem gerekir;
1- "Hanefi" isimli belgede geçen "Nedim" adının Nedim Şener olduğuna dair bir delil yoktur.
2- Bu dokümanın içeriğinde talimat denilen konuların Nedim Şener'e ulaştığına ve Nedim Şener'in sözü geçen konularda çalışma yaptığına dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj yoktur. Hanefi dokümanı dışında öne sürülen başka da bir delil yoktur.
3- Hanefi isimli dokümanın içeriğine bakıldığında ise "Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." denilmektedir.
Bir an için bu dokümanı doğru olduğu kabul edilse, kendisi(Hanefi Avcı) adını ortaya koyarak böyle bir şeyi(Kitap) teklif eden birisini , başka birisinin yönlendirmesine gerek olmadığı açıkça görülmektedir.
Ayrıca gerçek olarak kabul ediliyorsa, H. Avcı ile Soner Yalçın doğrudan görüşüyor. Çünkü iddiaya göre talimatı yazan H. Soner Yalçın , bunu "(Hanefi. Avcı'nın) böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." şeklinde ifade ederek bu teklifi kendisinin aldığını da anlatmış oluyor.
İddiaya göre talimatı yazanlarla görüşebilen birisinin(H. Avcı) yönlendirme amaçlı bir aracı (Nedim Şener’i) kullanması ise maddi gerçeklere aykırı bir durumdur.
4- Hanefi.doc isimli dokümanın oluşturulma tarihi 12 Temmuz 2010 olarak veriliyor. Ne o tarihten önce ne de sonra H. Avcı ile dokümanda geçen içerikte bir görüşme yapılmamıştır.
5- Ben, H. Avcı'nın, kitap yazdığından kitap yayınlanana kadar haberdar olmadım. Yayınevi'nin gönderdiği kitap 19 Ağustos 2010 günü akşama doğru Posta Gazetesin’deki adrese ulaşmıştır. Hızlı bir okumam ve göz atmam sonrası Milliyet Gazetesi'nde kitap ile ilgili haberi hazırladıktan sonra, şefinin okuması, haber merkezi ve yazı işleri redaksiyonunun ardından belirlenen başlıklarla söz konusu haber, 20 Ağustos 2010 günü Milliyet'te yayınlanmıştır. Söz konusu kitap, aynı tarihte Vatan ve Hürriyet Gazetesi’nde haberolarak yayınlanmıştır.
Hanefi Avcı da gerek tutuklanmadan önce yaptığı açıklamalarda gerek Savcılık ve Mahkeme ifadeleri ile verdiği dilekçelerinde ,kitap konusunda benim hiçbir katkımın olmadığını söylemiştir.
6- Dokümanda, "Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrıcalıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa, savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı..." denilmektedir.
“Hanefi” adlı doküman, 12 Temmuz 2010 tarihinde oluşturulmuş. Bu şekilde bir içeriğin, yaşanan gerçeklerle ilgisi yoktur.
Bu dokümanın, kitap yayınlandıktan yani 19 Ağustos 2010 tarihinden sonraki dönemi kapsadığını varsayarak, talimat içeriğinin Nedim Şener'in gazetelere verdiği röportaj ve TV programlarında "Hanefi Avcı'nın kitabında Dink cinayeti konusunda yanlış bir tespitte bulunduğunu, bunu bazı meslektaşlarını
korumak amacıyla yapmış olabileceğini ,hatta Avcı'nın Dink konusunda "Dink cinayeti aydınlanmıştır" şeklinde bir tespiti hakkında bilgisi olması halinde buna hukuken engel olurdum" şeklinde röportaj verdiği gerçeği ile taban tabana zıttır.(EK: 3 Akşam Gazetesi haberi)
Nedim Şener'in, Dink cinayeti konusunda Hanefi. Avcı'ya yönelik eleştirileri dikkate alındığında söz konusu dokümanda talimat olduğu ifade edilen yazıların geçerli olmadığı ve Nedim Şener'in bu tür talimat almadığını göstermektedir.
“ERGENEKON BELGELERİNDE FETHULLAH GÜLEN VE CEMAAT’ KİTABININ TASLAĞI OLDUĞU İDDİA EDİLEN “WORD” METNİN ODATV’NİN BİLGİSAYARINDA BULUNDUĞU İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :
“Ergenekon belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat” kitabının Odatv’deki bir bilgisayarda taslak halinin bulunması hakkında hiçbir dahilim yoktur. Bu kitabı çok büyük bir ölçüde iddia olunan Ergenekon Örgütü ile ilgili açılmış olan davaların iddianamesine ait ek klasörlerdeki belgelerden oluşturdum.
Kitabı tamamen kendi çabamla oluşturdum ve aylar süren bir çalışmanın ardından 2009 yılı Temmuz ayında yayınladım.
İddianamedeki gibi “Kitap basılmadan önce Odatv’ye geldiği ve Odatv çalışanları tarafından kontrolden geçtiğini göstermektedir” ifadesini ne bir yorum ve görüş ne de suçlama olarak kabul etmiyorum. Hiçbir zaman Odatv çalışanları ile bu tür bir ilişkim olmamıştır.
Ben kitabımı yayınlamadan önce doğal olarak yalnızca yayınevine gönderirim. Asıl önemlisi kitabımın taslağının benim tarafımdan gönderildiğine dair tek bir delil yoktur.
İddianamede ifade edildiği gibi Odatv çalışanlarının nasıl bir “kontrolden geçirdiğine ait” somut tek bir delil dosyada bulunmamaktadır. Ayrıca Odatv çalışanlarının ne tür bir kontrol işlemi yaptığı ve bu “kontrol edilmiş” kitabın bana ulaşıp ulaşmadığı, ulaştıysa hangi yolla gerçekleştiği anlatılmamış, soyut biçimde kontrolden geçtiği yorumunda bulunulmuştur.
Oysa ,bu kitabın taslağını, Odatv’cilere benim vermediğime dair en önemli delil iddianamenin 98’inci sayfasındadır;
Odatv çalışanı Barış Terkoğlu ile ilk ve tek telefon görüşmemin tarihi 16.09.2009’dur. Bu görüşmede Terkoğlu bir konuda benden görüş almak istiyor. Ben ise olumsuz yanıt veriyorum. Bunun üzerine Terkoğlu “Tamam o zaman biz sizinle hani hem şöyle bi tanışmış olduk.” diyor ve telefonu kapatıyor.
Benim kitabım ise 2009 yılı Temmuz ayında yayınlanmıştı. Yani kitabımın yayınlanmasından tam iki ay sonra, Odatv çalışanlarından Barış Terkoğlu ile ilk kez telefonda görüştüğüme göre kitabımı kontrol amacıyla Odatv’ye gönderdiğim iddiasının hiçbir geçerli dayanağı olamaz.
Yine iddianamenin 98’inci sayfasında H. Soner Yalçın ile yaptığım telefon konuşması tarihinin 21 Ekim 2009 olduğu görülmektedir. Bir haber konusunda yaptığımız bu konuşma ise Barış Terkoğlu ile yaptığım görüşmeden 1 ay, kitabımın yayınlanmasından 3 ay sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla yazdığım kitabı Odatv ye kontrol edilmesi için gönderdiğim,kitap taslağının kontrol edildiği (!) iddiası kabul edilemez.
Ayrıca kitabımı Ergenekon Savcılarının dava dosyaları eklerinde yer verdikleri raporlardan oluşturdum, kitabımda herhangi bir hakaret amacı olmadığı da yoktur.. Kitabımda “tarikat” ya da “örgüt” gibi bir nitelemede dahi de bulunmadım, sadece kamuoyunu bilgilendirme amacı ile kaleme aldım.
Öte yandan iddianamenin eklerinde bulunan telefon dinleme kayıtlarında “Ayten”, “Aysel Akdaş” ve “Talip” isimli kişilerle yaptığım telefon konuşmalarım kitabın tamamen benim tarafımdan yazıldığını göstermektedir.
Çünkü adını verdiğim kişiler , kitabı basan yayınevinin sahibi ve editörlüğünü yapanın eşidir.Görüşmelerin içeriğine bakıldığında kitaptaki imla hatalarının bile karşılıklı konuşmalarla tarafımızdan giderildiği anlaşılmaktadır.
ERGENEKON SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AMAÇ VE HEDEFLERİNE UYGUN OLARAK “HALİÇ’TE YAŞAYAN
SİMONLAR” KİTABININ HAZIRLANMASINDA GÖREV İDDİALARINA İLİŞKİN SAVUNMALARIM :
Öncelikle Hanefi Avcı’nın kitabının yazımına katıldığım, yazımına katkıda bulunduğum veya yönlendirdiğim iddialarını ardından da bunu, iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün amaç ve hedeflerine göre yaptığım iddialarını REDDEDİYORUM.
Hakkımda yöneltilen suçlamanın temelsizliğini anlatmak için bu iddiaların kaynağına da inmek gerekiyor. Hanefi Avcı’nın kitabınınErgenekon’un amaç ve hedeflerine uygun amaçlarla yazıldığı iddiası, soruşturma birimlerinin çalışmalarına mı dayanmaktadır ?
Hanefi Avcı’nın kitabının Ergenekon’un amaç ve hedeflerine uygun olarak yazılması hakkımdaki iddia, soruşturma birimlerinden değil birisi Polis Akademisi Öğretim üyesi beş köşe yazarı ve bir gazetenin haberine dayanmaktadır.
O gazeteciler şunlardır;
Yiğit Bulut (HaberTürk Gazetesi)
Alper Görmüş (Taraf Gazetesi)
Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf Gazetesi)
Şamil Tayyar (Star Gazetesi)
Bugün Gazetesi Ankara Temsilciliği’nin Önder Aytaç (Polis Akademisi Öğretim Üyesi)’nin yazı, yorum, haber ve söyleşilerine dayanmaktadır.
Nitekim bu durum İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atagün’ün 20.10.2010 tarih ve B.05.1.EGM.4.34-45400-19386 sayılı yazı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK 250 SYM) gönderdiği talimat talebiyle ortadadır.
Bu yazıda , iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün faaliyetleri arasında dezenformasyon faaliyetlerinin de bulunduğu hatırlatılarak, Avcı’nın kitabı ile ilgili tespit şu şekilde dile getirilmiştir;
“Yine son dönemde ülkemizde faaliyet yürüten yazılı ve görsel bazı yayın organlarında Hanefi Avcı’nın bahse konu kitabının iddia olunan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü tarafından bir dezenformasyon faaliyeti kapsamında yazdırılmış olabileceğine dair yayınlarında yapıldığı tespit edilmiştir.”
67’inci klasörde 337’inci sayfada yer alan bu resmi yazıda da belirtildiği gibi H. Avcı’nın kitabının Ergenekon faaliyeti olduğu 2007’den beri süren soruşturmada değil gazetelerde ve internet sitelerindeki yazı ve söyleşilere dayanmaktadır.
Yine 67’inci klasörün 335’inci sayfasında Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık, polisin 20 Ekim 2010’da kendisine gönderdiği yazıya aynı gün cevap vererek konu ile ilgili araştırma yapılması talimatı vermiştir.2009/1868 sayılı soruşturma nolu bu soruşturmanın sonucu bilinmemektedir.
Nitekim Savcı’nın talimatla görevlendirdiği İstanbul Terörle Mücadele Şubesi tarafından hazırlanan 28.09.2010 tarihli ön inceleme tutanağı hazırlamış 67 klasör’ün 334-323’üncü sayfaları arasında bulunan bu inceleme raporunun hiçbir yerinde benim bir katkım olduğuna dair bir tespit yoktur.
Benim Hanefi Avcı’nın kitabının yazımında rol oynadığımı ilk iddia eden kişi ise yine polise çok yakın hatta polisin içinden birisi olan Polis Akademisi Öğretim Üyesi Önder Aytaç’tır.
Önder Aytaç, 3 Ekim 2010 günü Habertürk televizyonunda katıldığı ve benim, Şamil Tayyar’ın da bulunduğu “Olduğu gibi” programında bazı gazetecilerle birlikte benim adımı ilk kez dile getirmiştir.
Bu programın bant çözümü 33’üncü klasörde(Sayfa 147) bulunmaktadır.
Dolayısıyla Hanefi Avcı’nın kitabına bir katkım ya da yönlendirmem söz konusu değil, medyada dolaşan yayınlarla linç edilmem söz konusudur. Zaten dosya içerisinde benim H. Avcı’nın kitabıyla ilgim olduğunu iddia eden tek HUSUS Odatv’de bilgisayarda bulunan “word” dokümanlardır.
HANGİ “DELİL”, HANGİ TALİMAT…
Savcılık, bu bölüme, Hanefi Avcı’nın kitabının yazımına yaptığım iddia edilen katkıya ilişkin “deliller” demiştir.
Bu bölümün başlığı her ne kadar “deliller” şeklinde ise de Hanefi Avcı’nın kitabının hazırlanmasında nasıl bir görev aldığıma dair tek bir somut yasal delil yer almamaktadır. Savcılık tarafından delil bulunmaması doğaldır, çünkü Hanefi Avcı’nın “Kitabın hazırlanmasında benim katkım olmamıştır.
Savcılık ,”Avcı’nın “Kitap yazdığımı haber vermedim.” şeklindeki ifadelerini de dikkate almamıştır.”
Odatv isimli internet sitesine yapılan baskında bir bilgisayarda bulunan “Nedim.doc”, “Hanefi.doc” ve “Sabri Uzun.doc” adlı dökümanlardan benim hiçbir zaman haberim olmamıştır. Bu tür talimatlardan haberim olmadığı gibi bu içerikte bir talimat ya da yönlendirme kimse tarafından bana yapılmamıştır. Ayrıca 71 klasörü bulan ekler içinde yer alan binlerce sayfalık telefon görüşme kayıtlarında e-posta mesajlarında, MSN yazışmalarında veya başka bir belge de bu tür sözü edilen doküman içeriğine ilişkin bir delil, konuşma, tek bir kelime bile yoktur.
Dolayısıyla ne H. Avcı’nın kitabının yazılmasına yardım ettiğime dair ne de Soner Yalçın’dan talimat aldığıma dair tek bir delil yoktur.
“Nedim.doc”, “Hanefi.doc”, “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanlardan haberim olmadığı gibi yine Odatv’de bulunan “Ulusal Medya 2010” isimli doküman hakkında da içeriği hakkında da bilgim yoktur ve olmamıştır.
Adı geçen “word” dokümanlarda “Nedim” şeklinde geçen kişinin ben olduğuma dair delil de yoktur. Bu dokümanlar 3 Mart 2011 günü gerçekleştirilen ev ve araba aramalarında bana ait dijital veri ve belgeler arasında yer almadı.
Ancak H. Soner Yalçın’ın mahkeme ifadesinde “Bu belgede ismi geçen Nedim olarak geçen şahıs gazeteci Nedim Şener olabilir.” Şeklindeki beyanı üzerine “word” dokümanlarda “Nedim” olarak adı geçen şahsın, ben olduğuma hükmedilmiştir.
Oysa ben bu ifadeden haberdar olduktan sonra H. Soner Yalçın hakkında “iftira” iddiasıyla suç duyurusunda bulundum. Soner Yalçın hakkında açılan soruşturmada, “Nedim olarak adı geçen ismin Nedim Şener olduğuna dair elinde bilgisi olmadığı , tahminen Nedim Şener dediği kabul edilerek takipsizlik kararı verilmiştir.
İddianamenin 99’uncu sayfasında ise Hanefi Avcı ile benim aramda geçen iki telefon görüşmesine yer verilmiştir. Görüşmelerden ilki 24.05.2009 tarihli ikincisi ise 20.10.2009 tarihlidir.
Her iki görüşmenin içeriği de haberle ilgilidir. Bu iki görüşmenin 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitapla ilgisi yoktur. Zaten bu iki görüşmenin söz konusu kitabın basılmasından 1 yıl önce yapıldığı düşünüldüğünde suçlamayla ilgisi olmadığı da kolayca anlaşılmaktadır.
Savcılığın bu telefon görüşmelerine İddianamede yer vermesinin amacı , Hanefi Avcı ile benim aramdaki ilişkiye dikkat çekmektir. Evet ben Hanefi Avcı ile birçok kez yalnızca haber amacıyla görüştüm. Ve bu görüşmelerimin birçoğu da çalıştığım Milliyet Gazetesinde haber olarak yayınlanmıştır.
Hanefi Avcı özellikle 1990’larda ve daha sonra AKP iktidarı ile basında adından en çok söz ettiren polislerden biridir.
Birçok gazeteci ve yazar Hanefi Avcı ile görüşür ve haber olarak yayınlar. Haber kaynağı, gazeteci ilişkisinin iddianameye “geçmişe dayalı bağlantı” şeklindeki yorum kötü niyetli bir değerlendirmedir.
İddianamede Hanefi Avcı ile benim aramdaki ilişkiye örnek olarak halen tutuklu olan Ergenekon davası sanığı İsmail Yıldız’ın bilgisayarında bulunan iki adet doküman olarak gösteriliyor. Bu belgelerden ikisi de bir başka Ergenekon sanığı Hayrullah Mahmud isimli gazetecinin bana hakaret etme kastıyla yazdığı yazı ve
bir internet sitesine verdiği röportajdan oluşmaktadır.
İsmail Yıldız’dan ele geçirilen ve iddianamede yer alan birinci dokümanın tam metni 40’ıncı Delil Klasörünün 41-40’ıncı sayfalarında yer almaktadır. Bu metnin başlığı şöyledir;
“Kimin hususi yazarı ya da Ahmet Kekeç başta olmak üzere tüm Tayipçi yazarları, entelektüel anlamda düelloya davet ediyorum.
Bu başlık altındaki yazıda ben, Ahmet Kekeç, Nazlı Ilıcak gibi isimlerle birlikte “Tayipçi yazar” olarak nitelendiriliyorum.
Yine İsmail Yıldız’dan ele geçen ikinci doküman olarak “HMMEDYA FARESİ” isimli belge örnek gösteriliyor. İddianamenin 40’ıncı Delil Klasörünün 51 ve 44’üncü sayfalarına bakıldığında bu belgenin Hayrullah
Mahmud isimli kişinin “medya faresi.com” isimli internet sitesinde 23.11.2004 günü yayınlanan röportajı olduğu görülecektir. Polis tespit tutanağında bile benim aleyhimde bir yazı olduğu belirtilen bu röportajda bir önceki yazısında olduğu gibi Hanefi Avcı’nın benim adımı kullanarak kitap yazdığı yalanını
ortaya atmaktadır.
Aslında bu yazılarla bugün yapılan suçlamaya bakıldığında ortada tuhaf bir durum olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Şöyle ki: Savcılığın benim ile Hanefi Avcı arasında geçmişe dayalı ilişki olduğunu göstermek istediği ve İsmail Yıldız isimli kişinin bilgisayarında bulunan aleyhimdeki iki yazıda Hanefi Avcı’nın
kitap yazdığı ama bu kitapların benim adımla yayınlandığı gibi gerçekdışı ve saçma bir iddia ortaya çıkmaktadır.
İşin tuhafı ise bu dava kapsamında da benim katkıda bulunduğum ya da yardım ettiğim iddia edilen bir kitabın Hanefi Avcı adıyla yayınlanmış olması. Ancak her iki iddia da gerçek dışıdır. Ne Hanefi Avcı’nın yazdığı kitaba ben adımı koydum ne de Hanefi Avcı benim katkım olan bir çalışmaya adını koydu. Hem
Hayrullah Mahmud’un hem de Savcılığın iddiası gerçek dışıdır.
İddianamesinde belirttiği gibi 2009 yılına ilişkin iki telefon görüşmesi ya da İsmail Yıldız’ın bilgisayarındaki iki yazı “geçmişe dayalı bağlantı” olarak yorumlanamaz.
Hanefi Avcı ile ilişkim, gazeteci-haber kaynağı ilişkisinden başka bir şey değildir. Nitekim AKP hükümetinin iş başına gelmesinden kısa süre sonra İmar Bankası yolsuzluğu nedeniyle Uzan ailesine yönelik operasyon gerçekleştirilmiş ben de gazeteci olarak bir meslektaşım gibi gazeteme haber yapmıştım. Daha sonra Uzan ailesi hakkında “Uzanlar Bir Korku İmparatorluğu’nun Çöküşü” isimli kitabı yayınladım.
Operasyon büyük ölçüde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildi. Ve ben de İstanbul’da çalışan bir gazeteci olarakİstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri ile görüşerek haber yazdım. Bu konuda en büyük yardımı o dönem Kaçakçılık, Mali Şube, Organize Şube ve İstihbarat Şube’den Sorumlu Müdür Yardımcısı Ş. O’dan ve Mali Şube Müdürü M. A’dan yardım aldım. Hanefi Avcı’nın katkısı ise olmamıştır. Hanefi Avcı’dan daha sonraki yıllarda, Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra bu ildeki yolsuzluk
operasyonları hakkında haber yazmak üzere bilgi aldım röportaj yaptım. Ama bunlar “bağlantı” değil haber amaçlı görüşmelerdir.
Savcılık iddianamenin 99’uncu sayfasında, “…. Nedim Şener’in hazırlanmasında bizzat görev aldığı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabın….” ifadesini kullanmakta ancak “……… bizzat görev aldığıma……”
dair tek bir doğrudan ya da dolaylı somut delil koymamaktadır.
Yalnızca Odatv’de bilgisayarda bulunan iki “word” notu ve Hanefi Avcı ile iki yıl önce yapılmış iki telefon görüşmesi ile aleyhimde ve beni karalamak amacıyla iftira atılan iki internet metnini alt alta koyarak Hanefi Avcı ile geçmişe dayalı bağlantısı var yorumuyla “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabın yanında “bizzat görev almakla…” suçlamaktadır.
İddia edilen bu görevin hangi yolla kim tarafından nerede, ne zaman verildiğine dair tek bir delil bulunmamaktadır. Ayrıca adı geçen kitabın hangi bölümünün ne zaman nerede yazdığıma ya da ne tür bir katkı ve yönlendirmede bulunduğuma dair tek bir delil, telefon konuşması, belge, yazışma, mesaj vs. 71 klasör içinde yoktur.
“Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının dijital halinin Odatv bilgisayarında bulunması ile hiçbir ilgim yoktur olamaz. Dolayısıyla bu dijital hali ile kitabın basılmış hali arasında farkların olması birinci bölümüyle ikinci bölüm arasında düşünce ve görüş farklılıkları iddiaların muhatabı da, kitabın yazarı olan Hanefi Avcı’dan başkası olamaz.
Öte yandan Ergenekon’un zararları konusunda birinci bölümde görüş bildirilirken ikinci bölümde Ergenekon’un varlığının inkarı değil, Ergenekon operasyonlarının yapılış biçimine ilişkin eleştiriler dikkati çekmektedir.
Ben yaklaşık 20 yıllık gazetecilik hayatım boyunca 10 kitap ve yüzlerce belki de binlerce haber yaptım. Bugüne kadar yazdıklarım nedeniyle yüzlerce kez mahkemeye çıktım. Her yazdığımı savundum. Hayatımda ilk kez yazmadığım şeyler hakkında yargılanıyorum.
Tüm meslek hayatım boyunca hiçbir habere politik açıdan bakmadım ANAP, DYP, MHP, CHP, gibi AKP’li siyasetçilerin de yolsuzluklarını yazdım. Hiçbir zaman kara propaganda gibi bir kavramı duymadım böyle davranan gazeteci de tanımadım. Yazdığım, haber, kitap ve yazıların hiç birisinde Ergenekon
operasyonlarını yürüten adli makamlarla ilgili konular yer almamıştır.
Benim gazeteci olarak ilgilendiğim konulardan birisi de Hrant Dink cinayetidir.
Ben ,huzurunuzda Ergenekon Örgütüne yardım iddiasıyla yargılanıyorum ancak Ergenekon ile Dink cinayeti arasındaki bağlantıyı ortaya koyan şemaları yayınladığım için de Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde
“Ergenekon soruşturmasında gizliliği ihlal” iddiasıyla yargılanıyorum. Yani mevcut durum göz önün alındığında, “ben yardım ve yataklık yaptığım bir örgütü deşifre eden ve bu örgütün Dink cinayeti arasındaki bağlantıyı gösteren şemaları yayınlayan bir kişiyim.” Bu durumun makuliyetini takdirinize bırakıyorum.
İddianamenin 100’üncü sayfasında da, Hanefi Avcı ve benim ifadelerimden bazı satırlara yer verilmiştir. Burada Hanefi Avcı, kitabından benim haberim olmadığımı ve yayınlandıktan sonra bilgim olduğunu beyan etmiştir. Aynı şekilde benim ifademden alıntı yapılmış ve Hanefi Avcı’nın kitabını basıldıktan sonra ilk kez gördüğüm ve böylece haberdar olduğum bilgisi verilmiştir.
Savcılık, birbirini doğrulayan bu ifadeleri aktarırken benim kitaptan alıntı yaparak yazdığım haber ve yazılardan örnek vermek suretiyle “kitaptan alıntılar” ile kitabın basılmış nüshasındaki farklar olduğu dolayısıyla kitabın taslak halinin bende bulunduğu iddiasında bulunmuştur.
Bunu da iddianamede şöyle ifade etmiştir: “Ancak Nedim Şener her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de; “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitaptan alıntılar yaparak köşe
yazıları yazdığı, ancak yazılarındaki “kitaptan alıntılar” bölümlerinin kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu durum “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının taslak halinin daha önceden Nedim
Şener’de bulunduğunu, söz konusu kitap çalışmasının Nedim Şener ile birlikte yapıldığını açıkça göstermektedir.”
Savcılığın bu iddiasının somut hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü Hanefi Avcı’nın kitabı 19 Ağustos 2010 günü öğleden sonra gazeteye gelmiştir.Bu konuda Yayınevi tarafından adıma kesilen fatura ve 19.8.2010 tarihli kargo teslim belgesini ekte sunuyorum. (EK : 4)
Kitabın bana ulaşmasından sonra kitabın yazıldığını öğrenince hızlı bir çalışma yaparak Kitap hakkında, 20 Ağustos 2010 Milliyet’te ve aynı gün Posta Gazetesindeki köşe yazılarımı yazdım.
20 Ağustos 2010 günü, hem Hürriyet hem de Vatan Gazetesi’nde de kitap ile ilgili geniş haberler yayınlanmıştır. Kitabın basılmadan önceki halinin bende olduğu varsayılıyorsa benim söz konusu kitapla ilgili haberi diğer gazetelerden önce yapmış olmam gerekirdi. Yani diğer gazeteleri “haber atlatmam” gerekirdi.
Diğer gazetelerde de kitap ile ilgili haberin aynı gün yani 20 Ağustos 2010’da yayınlanmış olması, kitabın benim ve diğer gazetecilerin eline aynı tarihte geçtiğini göstermektedir. Dolayısıyla kitabın taslağının benim elimde önceden bulunduğu iddiası somut gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Nitekim kitabı basan yayınevinin elinde olan ve bize gönderdiği kargo ulaşım bilgileri kitabın 19 Ağustos 2010’da teslim edildiğini göstermektedir.
MEHMET BARANSU’NUN TEMELSİZ KASITLI İDDİALARI , SAVCI TARAFINDAN İNCELEME YAPMADAN AYNEN İDDİANAMEYE ALINMIŞTIR.
Öte yandan Savcılık, kitap ile ilgili yazdığım haber ve yazılardaki “alıntıların” kitabın basılmış nüshasında bulunmadığını iddia etmektedir. Bu durumun da elimde kitabın taslağının bulunduğu anlamına geldiğini kabul etmektedir.
Ancak Savcılığın Hanefi Avcı’nın yazdığı ve halen piyasada satılmakta olan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının yazımına katkı yaptığıma dair delil kabul edilen bu iddiaları, ilk kez Taraf Gazetesinde çalışan Mehmet Baransu’nun 14 Mart 2011 günkü yazısında dile getirilmiştir.
Tarihe özellikle dikkat çekiyorum; 14 Mart 2011!
Yani 3 Mart 2011’de gözaltına alınmamdan 11 gün, 6 Mart 2011’de tutuklanmamdan 8 gün sonra, iddianamede delil diye gündeme getirilen konu ne hakkımdaki soruşturma ne gözaltı ne de tutuklandığım tarihte ortada yoktu ! Nitekim Mehmet Baransu’nun 14 Mart’ta gündeme getirdiği konu polis sorgusunda, savcılık sorgusunda ve mahkeme sorgusunda bana yöneltilmemiştir. Bu konuda Savcılık ilerleyen aşamada da ifademe başvurmamış ve Mehmet Baransu’nun gündeme getirdiği gerçekdışı iddialar hakkında savunma hakkı tanınmamıştır.
Mehmet Baransu’nun gündeme getirdiği gerçekdışı iddialar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Nazmı Ardıç imzasıyla 02.08.2010 günü Savcılığa gönderilen 23 sayfalık “Tespit Tutanağı”nda aynen yer almıştır. Savcılıkta iki komiser yardımcısının imzasını taşıyan “Tespit Tutanağı”ndaki iddiaları aynen iddianameye almıştır.(40 no lu ek delil klasörü)
ELİNDE YASALARIN VERDİĞİ HER TÜRLÜ TEKNİK VE İSTİHBARAT İMKANLARI BULUNAN VE SAVCILIK TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEN EMNİYET MAKAMLARI, DELİL OLARAK MEHMET BARANSU’NUN 14 MART 2011 VE 28 MART 2011 GÜNKÜ YAZILARINA TESPİT TUTANAĞINDA YER VEREREK GERÇEKDIŞI KASITLI İDDİALARIN SAVCILIĞIN İDDİANAMESİNE” DELİL” DİYE GİRMESİNE NEDEN OLMUŞTUR.
Savcılık, Baransu’nun yazılarındaki gerçekdışı ve yalan iddiayı bu konuda savunmama başvurmadığı halde İddianamesine aynen almıştır.
Savcılık iddianamesinde aynen şöyle denmektedir;
“Ancak Nedim Şener her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitaptan alıntı yaparak köşe yazıları yazdığı ancak yazılarındaki “kitaptan alıntılar” bölümlerinin kitabın basılmış nüshalarında bulunmadığı anlaşılmıştır.
Savcılığın bu iddiasını, yine bizzat Savcının hazırladığı iddianamenin ilerleyen satırları yalanlamaktadır ;
Örneğin : 20 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesinde benim imzamla yayınlanan haberden bazı satırlar iddianameye alınırken Savcılık bu satırların kitabın basılmış nüshasında 583’üncü sayfasında olduğunu yazmıştır.
Yine aynı haberin başka bir bölümünden örnek verirken bu satırların kitabın 480-481’inci sayfasında bulunduğunu belirtmiştir. Yine 20 ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki yazımdan örnek verirken alıntı yaptığım satırların kitabın basılmış nüshasında 569-570’inci sayfalarında olduğunu yazmıştır.
31 Ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki yazdığım yazıdan örnek verirken de benim alıntı yaptığım satırların kitabın 480-481 ve 432-433’üncü sayfalarında olduğunu ifade etmiştir.
Yalnızca bu ifadeler, benim haber ve yazılarımda yaptığım “kitaptan alıntıların”, kitabın basılmış nüshasında “bulunmadığı” tespiti ile çelişmektedir. Bu çelişki de 02.08.2011 tarihli Polis Tespit Tutanağı’ndan
kaynaklanmaktadır. Oysa haber ve yazılarımdaki alıntılar ile kitabın basılmış nüshası karşılaştırıldığında, yalnızca “bazı farklardan” söz edebiliriz. Yani kitaptan alıntı yapılırken, okur için okunup anlaşılmasını
kolaylaştıracak kısaltma, düzeltme ve anlamı bozmayacak ifade değişiklikleri yapılmıştır.
Savcılık “kitaptan alıntıların” kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı iddiası yerine “Kitaptan alıntılar yapılırken bazı cümleler çıkartılmış, düzeltme yapılmış ve anlamı bozmayacak biçimde cümle değişiklikleri yapılmıştır” demesi doğru olurdu. Çünkü yapılan tam da budur. Bunlar, bütün dünyadaki gazetelerde
yapılan rutin “editöryal faaliyetlerdir.”
Elbette ideal olan bir yazılı metinden yapılan alıntın birebir aynı şekilde yazılmasıdır. Ancak özellikle günlük gazetelerde yer darlığı, sürat ve kısa ama öz bilginin aktarılması amacıyla editöryel faaliyetler önemlidir.
Bir gazetede benim gibi bir muhabir haberini yazdığında bu haber sırasıyla servis şefi, haber merkezi editörleri, haber merkezi müdürü ve yazı işleri sorumluları tarafından okunur, düzeltilir, kısaltılır ya da uzatılır içeriğinde detay bilgi vermek amacıyla değişiklikler yapılır ve yer alacağı sayfa sorumlularına
teslim edilir.
Sayfa sorumluları kullanılacak görsel malzeme ve fotoğrafların seçimini yapar önceden belirlenen yere haberi yerleştirir. Ancak haberin macerası burada bitmez. Kullanılacak görsel malzemenin büyüklüğüne bağlı olarak haber metninde kısaltma yapılır. Haberin başlığının bir ya da iki satır olmasına bağlı olarak haber metni kısaltılabilir.
Ve tüm bu aşamalarda haberi yazan muhabirin etkisi sıfıra yakındır. Tüm bu safhalar muhabirin bilgisi ve etkisi dışında gerçekleşir. Muhabirin haberde çok önemsediği bir cümle ya da bölüm ertesi gün gazetede yer almayabilir. Bu durum bütün günlük gazetelerde bu şekilde gerçekleşir ve bu şekilde yapıldığı için de kimse terör örgütüne yardım ve yataklık ile suçlanamaz.
Nitekim Milliyet Gazetesi gibi Vatan ve Hürriyet Gazetesi de Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında 20 Ağustos 2010 günü geniş birerhaber yayınlamış, her iki gazetede de kitaptan yapılan alıntılar ile kitabın basılmış nüshası arasında fark ortaya çıkmıştır.
Uzun bir bölüm iki cümlede özetlenmiş kitabın içerisinde soyadından bahsedilen kişilerin isimleri haberde yer verilmiştir. Yapılacak karşılaştırmada bunlar rahatlıkla görülebilecektir.
HATTA MİLLİYET, VATAN VE HÜRRİYET GAZETELERİNDEKİ HABERLERDE, KİTABIN AYNI BÖLÜMÜNDEN ALINTILARA YER VERİLMİŞ, ANCAK AYRI METİN HALİNE GETİRİLMİŞTİR. SAVCILIĞIN İDDİANAMEDEKİ YAKLAŞIMI İLE BAKILDIĞINDA HER ÜÇ GAZETEDE AYRI BİRER TASLAĞIN OLMASI GEREKİRDİ.
Yalnız günlük gazeteler değil haftalık yayın organları, televizyon ve radyolar hatta internet siteleri bile alıntı yaparken orijinal metinden farklı metinler oluşturabilirler.
Hatta ve hatta aynı konuda haftalar ve aylar sonra kitap yazanlar bile alıntı yaptıkları kaynaklardaki orijinal metinden farklı bir metin yazabiliyorlar.
**Konunun anlaşılması için İddianameden önce benim hakkımdaki bu iddiayı ortaya atan Mehmet Baransu’nun MÖSYÖ isimli kitabından (Karakutu Yayınları 2. Baskı Aralık 2010) bir örnek vereceğim
Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında onu eleştiren bir kitap yazan M. BARANSU kitabının 358’üncü sayfasında aynen şunları yazmaktadır :
“….
Hanefi Avcı kitabının ‘Neşter-2” bölümünü ele aldığı 264’üncü sayfasında da bir çelişkiye imza atmıştı.
Avcı, “HSYK eski Başkanvekili ve o zaman Yargıtay üyesi Ergün Güryel de grubun içindeydi. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki biz de bu görüşe katılıyoruz), Yargıtay üyeleri de sanıktı ve onlara da işlem yapmalıydı ama bu daha önce yapılmış bir şey değildi. “diye yazacaktı.”
Baransu , Avcı’nın kitabının 264. sayfasından yaptığı alıntıyı kendi kitabının 358. sayfasında bu şekilde aktarmıştı.
Şimdi Baransu’nun kitabında “alıntı” olarak aktardığı bu bölümün, Avcı’nın kitabının basılmış nüshasında bu şekilde olup olmadığına bakalım ;
Avcı’nın kitabının 264. sayfasında bu bölüm şöyle kaleme alınmış ;
“HSYK Başkanvekili ve o zamanın Yargıtay üyesi Ergün Güryel ve iki üç kişi ile irtibatları vardı. Bir zaman sonra tahkikat belli bir olgunluğa gelmiş ve operasyonun yapılması gerekiyordu. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki ben de bu görüşe katılıyordum), Yargıtay üyeleri de bu, daha önce yapılmış
olan bir şey değildi.”
Şimdi Baransu’nun alıntı şeklinde kitabında yer verdiği bölümü Avcı’nın kitabındaki bölüm ile karşılaştırdığımızda şu farklar ortaya çıkmaktadır;
1- Avcı’nın kitabından alıntı olarak verdiğim bölümde kırmızı renkli (bold) cümleler Baransu tarafından alıntı yapılırken çıkarılmış. Yani 53 kelimelik bölüm Baransu’nun kitabında 34 kelimeye indirilmiş.
2- Asıl dikkat çekici olansa bu alıntıda parantez içindeki (ki ben de aynı görüşe katılıyordum.) cümlesi Baransu tarafından (ki biz de bu görüşe katılıyoruz) şeklinde yayınlanmıştır.
Baransu’nun , MÖSYÖ kitabında, buna benzer birçok editöryel faaliyet yer almaktadır. Alıntı yaptığı bölümler kitabın orjinalinde farklı biçimde yayınlanmıştır. (EK :5 )
İstenmesi halinde örneklerini verebilirim. Buradan da yola çıkarak “kitaptan alıntı” ile kitabın basılmış nüshası arasındaki farklar olması bir suç değil özellikle günlük gazetelerde editöryel faaliyet olduğu açıkça görülmektedir.
ÇARPITARAK ZEHİRLENEN GERÇEĞİN, HUKUK VE ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN PANZEHİRİ DE YİNE HUKUK VE ADALET OLACAKTIR.
Bu aşamada şunu söylemek isterim; Mehmet Baransu’nun Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde yaptığı yorumun, Savcılığın bilirkişi diye görevlendirdiği polis teşkilatından iki komiser yardımcısının “Tespit Tutanağının” , İddianameye aynen alınması, önce Türkiye hukukuna ve adalet sistemine, düşünce ve ifade
özgürlüğüne, Cumhuriyet Savcılığından beklenen objektif hukuk adamı özelliğine ve Türk milleti adına karar verecek olan mahkemesine saygısızlık olarak görüyorum.
Çünkü en azından H. Avcı’nın kitabıyla ilgili- bu şekilde Tespit Tutanağı hazırlayan iki kişi “Komiser Yardımcısıdır”. Bilgisi, tecrübesi ne olduğunu bilmediğimiz iki Komiser Yardımcısı sırf öyle yorumladığı için kim
tarafından hazırlandığı bilinmeyen, gerçek olup olmadığı kanıtlanmayan ve asla benim bilgim olmayan “Hanefi” ve “Nedim” isimli iki word dokümanı, gerçekmiş, doğruymuş ve ispatlanmış kabul ederek, gazetede kitap hakkında yazdığım yazılardaki ifade farklarını dikkate alarak ve kitap basılmadan 1 yıl önce haber amaçlı telefon konuşmalarına dayanarak benim H. Avcı’nın kitabının yazımına katkı yaptığımı tutanağa geçirebiliyor ve Savcılık makamı da bunu kelimesi kelimesine iddianameye alabiliyor.
Eğer Savcılık bu tespitlerle yetinecek ise polis tespit tutanağına ihtiyaç duymamalıydı. Doğrudan Mehmet Baransu’nun yazısından alıntı yapabilirdi. Yani Mehmet Baransu’nun gazetesindeki yorumu ve iki komiser yardımcısının bu yoruma bağlı tespit tutanağı , Türkiye’deki adalet sistemini, hukuka inancımızı, kişi hak ve hürriyetlerini, düşünce ve ifade özgürlüğümüzü, yaşam ve güvenlik hakkımızı, basın özgürlüğünü, özel hayat güvenliği ve gizliliğini, ailelerimizin güvenliğini yani tüm hayatı zehirlemiştir. Ve bu zehrin panzehiri de yine hukuk içinde olacaktır. Bu zehrin ilacının adı da özgürlüktür, adalettir.
SAVCILIK VE POLİS KENDİ KAYITLARINDAN BULABİLECEĞİ BİR GERÇEK YERİNE YALAN OLAN BİR GAZETE MANŞETİNİ SORU OLARAK SORABİLMİŞTİR.
Savunmamın başlangıcından bu yana İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bu soruşturmayı yürütülmesinde yanlı tutumların nedenleri hakkında açıklamalarda bulundum.
Bu tutumun en bariz örneklerden birisi de, polisin kendi verilerinden birkaç dakikada öğrenebileceği gerçek yerine Güneş Gazetesi’nin 29.09.2010 tarihli yalan manşetini bana soru olarak sorabilmiştir. Güneş Gazetesi’nin “ Hanefi Avcı’nın Devrimci Karargah Örgütü soruşturmasında tutuklanmasının ardından, eşine, gönül ilişkisi içinde olan kişiye ve bana “Tutukluluk çıktı haklılığımız anlaşıldı”. Şeklinde mesaj attığı manşetten bir haber yayınlanmış. Ve İstanbul polisi ardından savcı Zekeriya Öz bana “H. Acı’nın tutuklandıktan sonra eşi, gönül ilişkisi olduğu bayandan hemen sonra ve sadece size mesaj atmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklinde bir soru sorabilmiştir.
Oysa bu bilgi, Şamil Tayyar’ın ortaya attığı bir yalandı. Emniyet, gazete manşetlerine çıkan yalan manşetlere dayanarak soru hazırlayıp Ergenekon soruşturmasını sulandıracağına elindeki kayıtlara baksa H. Avcı’nın tutuklandığında daha başka kimlere mesaj attığını görürdü. Ancak o zaman bu soruyu sormasına gerek kalmazdı. Amacın gerçek bir terör soruşturması değil polisin , maalesef soruşturma ile Savcılığı da yanıltarak bana karşı kasıtlı düşüncesini tatmini olduğu kanısındayım. Şamil Tayyar’ın yalanına tereddütsüzce polis, savcılık ve mahkemeler de ortak olmuş ve 8,5 aydır tutuklanmama neden olan dosyada , hukuk devletine yakışmayan bu tür ciddiyetsizlikler yer bulmuştur.
SAVCILIK H. AVCI’NIN KİTABINI BASAN YAYINEVİNDEN GELEN DELİLLERİ HİÇ DİKKATE ALMAMIŞ, KİTABIN BASANLARIN İFADELERİNE BAŞVURMAMIŞTIR. 61’İNCİ KLASÖR HAKKINDA BEYANLARIM :
Savcılık yazdığım haber ve yazılardan yola çıkarak benim elimde kitabın basılmamış taslağının bulunduğunu iddia etmektedir. Buna ilişkin tek bir somut kanıt yoktur. Ancak iddianamenin 61’inci delil klasörü savcılığın bu konudaki iddialarının tamamını çürütmektedir. Hanefi Avcı’nın 7 Haziran 2011 günü savcılığa verdiği dilekçesinde kitabı nasıl yazdığını detaylarıyla anlatmaktadır.
Kitabının redaksiyonunda çalışan editörlerin adlarını vermekte kitabı basan Angora Kitapevi’nden konuyla ilgili olarak aldığı belgeleri ve yazışmalarını delil olarak sunmaktadır.
Ama asıl önemlisi kitabının ilk yazdığı taslak metni ile ilerleyen süreçte editörlerle birlikte oluşturulan taslaklarının bazı sayfalarından örnekler verilmektedir.
Bu örnek sayfalarda, kitabın kaç aşamada ne gibi değişiklilere uğradığını ve nihai şeklini aldığını izlemek mümkün. Bu örnek sayfalardan bazıları da benim haber ve yazı yazarken alıntı yaptığım bölümlerin yer aldığı sayfalardır.
Eğer savcılığın iddiasını doğru kabul edersek benim alıntı yaptığım bölümlerdeki kelime farklılıklarının bu taslaklarda da olması gerekir. Olması gerekir ki ben bu alıntıları sözü edilen taslaktan almış olmalıyım.
Ancak biraz sonra detaylı olarak yer vereceğim açıklamada da görüleceği gibi, Milliyet’teki haber ve Posta’daki yazılarımda yer alan ve kitabın basılmış nüshasında bulunmayan kelime ve ifadeler yayınevinin elinde olan ve savcılığa da gönderdiği taslaklardan hiç birisinde yoktur. Olmaması doğal çünkü ben haber ve yazı yazarken herhangi bir taslaktan değil kitabın basılı halinden yararlandım. Ancak anlamı bozmayacak kelime ve ifade değişikliği olmuş, yalnız adı yazan bir kişinin soyadı ile kamuoyu tarafından bilinen özelliği metne eklenmiştir.
Bunlar da tamamen gazetenin yazı işleri faaliyetidir,yukarıda anlattığım editoryel faaliyetidir.
Şimdi 61’inci delil klasörlerindeki belgelere göre Avcı’nın kitabının yazım aşamalarına ve metnin nasıl değiştiğine göz atalım;
Kitabın 480’inci sayfasındaki;
“Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan İstanbul Emniyet’indeki cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi.” şeklindeki cümle ;
*1. AŞAMA’da şöyle yazılmış;
“Adliye polis muhabirliği yapan ve bu konularda doğru haber alan, iki güvendiğim muhabir arkadaşım senin hakkında da çalışma başlatılmış, Sabah gazetesine gelen İstanbul Emniyeti’ndeki, cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki prestijimi sarsacak çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylediler.”
*Bu cümle 2.AŞAMA’da şöyle redakte edilmiş;
(61. Klasör 68’inci sayfa)
“Polis adliye muhabirliği yapan ve bu konularda doğru haber alan, iki güvendiğim muhabir arkadaşım benim hakkımda da çalışma başlatıldığını belirtti. Sabah gazetesine gelen İstanbul Emniyeti’nde, cemaatin lideri
konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattığını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi.”
*Aynı cümle 3.AŞAMA’da şu şekilde oluşturulmuştur;
(61. Klasör sayfa 67)
“Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan, İstanbul Emniyet’inde, cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını basın mensuplarına söylemişlerdi.”
*Aynı cümle 4.AŞAMA’da yani kitapta şu şekilde oluşmuştur;
(61. Klasör sayfa 66)
“Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan, İstanbul Emniyet’inde, cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi.”
Bu cümle, Posta gazetesindeki 31 Ağustos 2010 günü yayınlanan “Avcı’ya kitabı yazdıran cemaatin İstanbul polisindeki lideri” yazımda ise şöyle yer aldı ;
“Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan Emin(Aslan) Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım için, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan…”
Görüldüğü gibi Posta Gazetesindeki yazımda tek fark kitapta “Emin Bey…” şeklinde başlayan cümleye, bilgilendirme amaçlı olarak soyadı(Aslan) ve hakkındaki iddia olan “Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan” cümlesine yer vermektedir.
Böylece alıntı da olsa yazıda “Emin Bey” şeklinde belirtilen kişi hakkında bilgilendirme amaçlı ekleme yapıldığı görülüyor.
Posta Gazetesi Yazı İşleri tarafından yapılan “Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan…” cümlesi ile “(Arslan)” kelimesi, ne H. Avcı’nın yayınevine verdiği ilk metinde ne de yayınevinin REDAKSİYON AŞAMALARINDA bulunmaktadır. Bu da eklemelerin herhangi bir taslak metinden alınmadığını, tamamen tarafından yapıldığını göstermektedir.
Yine Kitabın 432’inci sayfasında yer alan ;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda görev bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi olmayan), hatta…” cümlesi,
*redaksiyonun 1.AŞAMA’sında(61. Klasör 64.sayfa) şöyle kaleme alınmış;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla polis okulunda görev bulabildi yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek olan İstanbul için lazım olan sol örgütler konusunda bilgi, deneyim sahibi olma, evveliyatında pratik sokak tecrübesi olma şartları tutmayan, hatta…”
*Aynı cümle 2.AŞAMA’da(61.klasör sayfa 63) şöyle değiştirilmiş;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda görev bulabildi. Yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan(sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi) hatta…”
*Aynı cümle 3.AŞAMA’da yani kitapta (61.klasör sayfa 62) şöyle oluşturuldu;
“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda görev bulabildi. Yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan(sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi yeterli olmayan), hatta…”
Aynı cümle Posta Gazetesi’nde 31 Ağustos 2010 tarihli “Avcı’ya kitabı yazdıran cemaatin İstanbul polisindeki lideri” başlıklı yazımda şöyle yer aldı;
“Hrant Dink cinayetinden sonra Ahmet İlhan Güler görevden alındı. Yerine ise normal halde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip olmayan(sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi yeterli olmayan), hatta…”
Burada da görüldüğü gibi Posta Gazetesi’nde “kitaptan alıntı” yapılan bu bölüm ile kitabın basılmış nüshasındaki aynı bölüm arasında tek fark, “Sonunda Ahmet görevinden alındı,” cümlesine Ahmet’in kim olduğuna ilişkin bilgilendirme amaçlı eklemelerdir. Ahmet ismi yanına ikinci ismi ve soy ismi olan “İlhan Güler” kelimeleri konmuştur. Ayrıca Ahmet İlhan Güler’in özelliğinin ne olduğuna ilişkin bilgilendirme amaçlı olarak “Hrant Dink cinayetinden sonra” cümlesi eklenmiştir.
Ekleme yapılan “Hrant Dink cinayetinden sonra …İlhan Güler…” kelimeleri ne kitabın taslaklarında ne de kitabın basılmış nüshasında yer almamaktadır.
Bu da eklemenin, tarafımızdan bilgilendirme amaçlı yapıldığını göstermektedir.
Kitabın 59’uncu sayfasında “Bu bölümü niye yazdım.?” Başlıklı bölümde, “…Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir, zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Kimseye karışmadan sakin, üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim. Şimdi görev yaptığım Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim iyi bir düzen kurup burada 5 yıl 10 dönem bahçe içerisinde 200 metrekare evimde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım herkesi kandırsam da kendimi kandıramam.” cümlesi ise ,
*redaksiyonun 1.AŞAMASI ‘nda şöyledir;(61.klasör sayfa 59)
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum; geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da biliyorum. Kimseye karışmadan sakin, belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, meslektaşlarım var, iyi bir düzen kurup 5 yıl burada 10 dönem bahçe içerisinde 200 metrekare evde rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim. Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi
kandıramam.”
*Aynı bölüm redaksiyonun 2.AŞAMA’sında şöyle yazılmış;(61.klasör sayfa 58)
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunu da biliyorum. Kimseye karışmadan sakin belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Şimdi görev yaptığım Eskişehir ili gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup 5 yıl burada 10 dönem bahçe içerisinde 200 metrekare evde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi kandıramam.”
*Aynı bölüm redaksiyonun 3.AŞAMA’sı yani kitapta şöyle yazılmış;(61.klasör sayfa57)
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zehir zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Kimseye karışmadan sakin, ü maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.
Şimdi görev yaptığım Eskişehir gibi çok güzel sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada 5 yıl, 10 dönem bahçe içerisindeki 200 metrekare evimde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi kandıramam.”
Bu bölüm Posta Gazetesindeki 20 Ağustos 2010 tarihli “Korku Ülkesi Komplo Ülkesi Oldu” başlıklı yazımda şu şekilde alıntı olarak yer aldı;
“Bunların (cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum.
Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim.
Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam da kendimi kandıramam…”
Posta Gazetesindeki “kitaptan alıntı” ile kitabın basılmış nüshasındaki farklar ise şöyledir ;
“Bunların…” kelimesinden sonra ne kastedildiği anlatılmak amacıyla parantez içinde “(cemaat)” kelimesi eklenmiş.
Yine ilk cümlede, “zehir zindan” ifadesindeki “zehir” kelimesi kısaltma amacıyla olsa gerek atılmış.
Yine kısaltma amacıyla kitabın basılmış nüshasıyla alıntı yapılan bölümün “Kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma rahatlıkla devam edebilirdim.” Şeklindeki üçüncü cümlesi tamamen atılmıştır.
Dördüncü cümledeki, “Şimdi görev yaptığım…” şeklindeki üç kelime de kısaltma amacıyla çıkarılmıştır.
Beşinci cümlede ise anlamı değiştirmeyen ve ne Hanefi Avcı’nın yayınevine teslim ettiği taslakta ne de yayınevinin redaksiyon aşamalarında olmayan kelime değişiklikleri tarafımızdan yapılmıştır.
Kitapta, “… Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir çevrem var, daha da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada 5 yıl 10 dönüm bahçe içerisindeki 200 metrekare evimde hayatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim.” Şeklindeki 44 kelimelik beşinci cümle Posta’da 12 kelimelik bir cümle olarak yayınlanmıştır. 44 kelimelik beşinci cümle, Posta’da, “Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim.” şeklinde
yayınlanmıştır.
Kitabın 569-570’inci sayfasında bulunan ve iddianamede de yer alan 93 kelimelik bölüm, Posta Gazetesi’nde 44 kelimelik kısaltılmış olarak yayınlanmıştır.
Bölüm içerisinde kısaltma yapılırken “şehirde” kelimesi “kentte”, “rahat ve huzurlu” kelimeleri yerine de “mutlu mesut” kelimeleri konmuştur.
Burada da dikkat edildiğinde Posta Gazetesindeki ilgili bölümdeki alıntılar kitabın basılı nüshasından alınmış, ancak kısaltma yapılmış anlamı bozmayacak kelime değişiklikleri yapılmıştır. Kitabın basılmış nüshasında
bulunmayan, “kentte”, “mutlu mesut” gibi kelimeler ne Hanefi Avcı’nın yayınevine verdiği taslakta ne de yayınevinin redaksiyon aşamalarını gösteren taslaklarda yer almaktadır. Bu da kısaltma ve değişikliklerin
nedeninin editöryal düzeltmeler olduğunu göstermektedir.
Editöryel faaliyet konusundaki en ilginç örnek yine 20 Ağustos 2010 günü Milliyet’te yayınlanan haber ile 20 Ağustos 2010 günü Posta Gazetesi ile Posta internet sitesinde yayınlanan köşe yazısıdır.
Önce 20 Ağustos 2010 günkü Milliyet’teki habere göz atalım:
Savcı ,iddianamesinde bu haberin başlığı, “Emniyet Müdürünün kitabı siyasi gündemi karıştıracak.” olarak veriliyor.
Oysa bu haberin Milliyet 1’inci sayfasındaki başlığı şöyledir ;“Emniyet Müdür kitap yazdı BENİ BİLE DİNLEDİLER” 16’ıncı sayfada ise başlık, “Komplo kurdular şikayet ettim”
Milliyet’teki 16’ıncı sayfadaki haber metni içerisinden bir bölümü aynı gün Posta’daki yazıda yer verilmiş olan aynı bölüm ile karşılaştıracağım :
Milliyet ;
“Bunların(cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma devam edebilirim… Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım.Herkesi kandırsam kendimi kandıramam.”
Aynı gün 20 Ağustos 2010 günü Posta’daki köşe yazımda, aynı bölüm şöyle yayınlandı ;
“Bunların hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim. Ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım.Herkesi kandırsam kendimi kandıramam.”
Şimdi benim Milliyet’te ve Posta Gazetesi’nin basılı nüshasındaki haber ve yazıdaki farklılıklara bakalım;
*Milliyet’te “Bunların” kelimesinden sonra parantez içinde(cemaat) kelimesi var, Posta’daki yazıda yok.
*Milliyet’te “kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma devam edebilirdim.” Cümlesi var. Posta’daki yazıda yok.
*Posta’daki yazıda, “Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim” cümlesi var Milliyet’teki haberde yok.
Bu da gösteriyor ki, muhabir olarak bir yazı kaleme alınabiliyor ancak gazete yazı işleri bu alıntıyı istediği biçimde kısaltarak yayınlayabiliyor.
Bu da benim, Hanefi Avcı’nın kitabından bir alıntı yapıp iki gazeteye verdiğimi ama her iki gazetenin birbirinden bağımsız editör ve yazı işleri farklı cümleleri bazı değişikliklerle yayınladığını gösteriyor.
Bazen bu tür uygulamalar aynı gazetenin yazı işleri ile internet sayfalarında da yaşanabiliyor.
Yine aynı haber ve yazılardan örnek vermek gerekirse ; Milliyet’te 20 Ağustos 2010 günü 1’inci sayfasında “Ünlü Emniyet Müdürü kitap yazdı BENİ BİLE DİNLEDİLER”, 16’ıncı sayfasında “Komplo kurdular şikayet ettim” şeklinde yayınlanırken aynı haber Milliyet internet sitesinde “Emniyet Müdürünün kitabı siyasi gündemi karıştıracak” şeklinde yayınlanmıştır.
Yine aynı gün 20 Ağustos 2010 günü Posta gazetesinin basılı nüshasında Nedim Şener’in köşesinin başlığı “Hanefi Avcı’dan çok cesur bir kitap” iken Posta internet sitesinde “Korku Ülkesi Komplo Ülkesi Oldu” şeklinde yayınlanmıştır.
Posta Gazetesi internet sitesinde kitaptan alıntı yapılan bölüm, “Bunların(cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum,…” şeklinde başlarken, Posta’nın basılı nüshasında “Bunların hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum, …” şeklindedir. Yani Posta internet sitesindeki yazıda parantez içinde (cemaat) kelimesi yer alırken, Posta’nın basılı sayısında (cemaat) kelimesi yoktur. Bu durum gazete yazı işlerinde yapılan değişikliklerin yapılabildiğini göstermektedir.
Buraya kadar anlattıklarım delil klasörlerindeki belgeler, dosyada bulunan ifadeler ışığında aleyhte delil olmamasına dayanarak Hanefi Avcı’nın kitabına bir katkımın olmadığımı ve onu yönlendiremediğimi göstermeye çalıştım.
Şimdi ise haber ve yazılarımdaki alıntılar ile kitabın basılmış nüshasındaki bölümler arasındaki “editöryel faaliyet” diyebileceğimiz farkların neler olduğunu anlatacağım.
Öncelikle haber ve yazılarımda “kitaptan alıntı” yaptığım bölümlerin kitabın basılmış nüshasında olmadığı iddiası gerçek dışı olduğunu yukarıda olduğu gibi bir kez daha vurgulamam gerekir. Ancak, kısaltma, imla hatalarını giderme, düzeltme, anlamı bozmayacak kelime ve cümle değişiklileri var mıdır? Diye sorulacak olursa yanıt; evet’tir.
Bu tür editöryel faaliyetleri haberi ilk yazan muhabir yapabildiği gibi haberi redakte eden sorumlular yanında Haber Müdürü'nden, Yazı İşleri Müdürü'ne, Sayfa Sorumluları'ndan, Genel Yayın Yönetmeni'ne kadar herkes yapabilmektedir. Hatta gündüz gazetede çalışanlar akşam evine gittikten sonra bizim kısaca "gececi" dediğimiz ve Haber Merkezi Gece Sorumluları da gerekli gördükleri hallerde değişiklikler yapılabilmektedir.
İddianamenin 100'üncü sayfasında yer verilen "kitaptan alıntı" ile haberde yer alan bölüm karşılaştırıldığında şu farklar dikkat çekmektedir;
1- "Dinleme ve izleme imkanları denetlenmezse..." şeklinde ifade haberde "izleme ve dinleme kontrol edilmezse..." şeklinde yazılmıştır.
2- Kitapta "Adalet bakanlığında" şeklindeki ifadedeki imla hatası haber metninde giderilmiş "Bakanlığı'nda" şeklinde, "B" harfi büyük ve "nda" eki virgül ile ayrılmıştır.
3- Aynı cümlenin devamında "herkesçe" kelimesi çıkartılmıştır. (muhtemelen yer kazanmak için)
4- Yine yer kazanmak amacıyla olsa gerek kitaptaki ilgili bölümde, "... başta il savcılarını ve diğer savcı ve hakimleri hiçbir şüpheye dayanmadan dinlettiren..." şeklindeki ifade haber metninde yer almamıştır.
Anlaşılacağı gibi kitabın basılı nüshasında yer almayan hiçbir konu Nedim Şener imzasıyla yayınlanan haber ve yazılarda da bulunmamaktadır.
İddianamede (sayfa 100) son derece hatalı bir tespitte şu ifadeler kullanılmıştır ; “Nedim Şener, her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de ; "HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR"
isimli kitaptan alıntılar yaparak köşe yazıları yazdığı, ancak yazılarındaki "kitaptan alıntılar" bölümlerinin kitabın basılmış nüshalarında bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu durum "Haliç'te Yaşayan Simonlar" isimli kitabın taslak halinin daha önceden Nedim Şener'de bulunduğunu, söz konusu kitap çalışmasının Nedim Şener ile birlikte yapıldığını açıkça göstermektedir.”
Savcılık,iddianamede haber ve köşe yazılarını karşılaştırırken önce haber ve yazılara yer vermiş devamında da kitaptan sayfa numarasıyla ilgili bölümü aktarmıştır.
Oysa haber ve yazılarındaki alıntı yapılan bölümlerin kitapta yer alıp almadığını anlamak için en sağlıklı yöntem, önce kitabın içinden ilgili bölümü daha sonra da bu bölümden yapılan alıntıları aktarmak olacaktır.
Kitabın basılmış nüshasının 583. sayfasında "dinleme ve izleme imkanları denetlenmezse, ülkedeki tüm muhalifler, hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir... Adalet bakanlığında cemaat taraftarı olduğu herkesçe -çıkarılmış bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve
başta il savcılarını ve diğer savcı ve hakimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat yanlısı müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmamalıdır." şeklinde olduğu tespit edilmiştir.
Şimdi de Nedim Şener'in imzasıyla 20 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan haber metnine göz atalım;
"İzleme ve dinleme kontrol edilmezse ülkedeki tüm muhaliflerin hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir. Adalet Bakanlığı'nda cemaat taraftarı olduğu bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve cemaat yanlısı müfettişler görevden alınmalıdır..."
Bu da İddianamedeki temel tespit olan, “Nedim Şener'in kitaptan alıntılar yaparak yazdığı köşe yazılarındaki bölümlerin kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı" şeklindeki ifade gerçeğin taban tabana zıt olduğunu
göstermektedir.
Kitap - haber karşılaştırılmasında ikinci örnek iddianamenin 101'inci sayfasında Hanefi Avcı'nın kitabından bir alıntı yapılıyor ve şöyle deniyor;
“Kitabın basılmış nüshasının 480. ve 481. sayfalarında "İstanbul Emniyetindeki cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylememişlerdi.
Birbiriyle irtibatı olmayan, her ikisi de doğrudan polis müdürlerinden bilgi aldıklarından bugüne kadar yaptıkları her haber doğru çıkan, iki farklı kaynak aynı şeyi söylüyordu.
Hakkımda araştırma yapıldığını söyleyen kişiler cemaatin İstanbul'daki en üst düzey polisleriydi." şeklinde olduğu tespit edilmiştir.”
Milliyet Gazetesi'nin 20 Ağustos 2010 günü sayısında H. Avcı'nın kitabıyla ilgili haberimde, ilgili bölüm hakkında yapılan alıntıya yer veriliyor. Milliyet'te yer alan alıntı şöyle:
"Emin beye yapılanlara karşı çıktığım için İstanbul Emniyet'indeki cemaat lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsmak için hakkımda araştırma başlattılar. Hakkımda araştırma başlatıldığını söyleyenler de cemaatin üst düzey polisleriydi..." şeklindeki bölümlerin;
Kitabın basılmış nüshasıyla, haberlerimin karşılaştırılması;
1-En temel farkın, Milliyet’teki haberde yer alan “Emin beye yapılanlara karşı çıktığım için…” şeklindeki cümlenin savcının iddianamesinde yer verdiği aynı bölümde bulunmaması. İddianameyi okuduğunda “Emin beye yapılanlara karşı çıktığım için…” cümlesinin kitapta olmadığı gibi bir sonuç çıkıyor.
Oysa kitabın 480’inci sayfasına bakıldığında bu cümlelerin yer aldığı görülmektedir. Savcılık ise her nedense söz konusu kitabın 480’inci sayfasında bulunan ilgili bölümde yer alan “Emin beye yapılanlara karşı
çıktığım…” şeklindeki bölüme iddianamede yer vermemiş. Eğer bu tutumu kitap ile kitaptan alıntı yapılan bölümler arasında çok büyük fark varmış gibi göstermeyi amaçlamıyorsa eksik ve özensiz bir çalışma diyebiliriz.
İddianamede yer alan kitaptan alıntı ve haber metnini karşılaştırdığımızda haberde, kitabın ilgili bölümünün kısaltılarak verildiğini görebiliriz.
Milliyet Gazetesi’nde 20 Ağustos 2010 günü H. Avcı’nın kitabının basılmış nüshası arasındaki farka ilişkin üçüncü örnek şudur;
Savcılık , kitabın 583’üncü sayfasından alıntı yaptığı şu satırları örnek olarak göstermektedir ;
“Kitabın basılmış nüshasının 583. sayfasında “Asgari düzeyde şunların yapılması gerekir. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı, kişileri tehdit ve şantaj amaçlı kanunsuz olarak dinleyenler tespit edilmeli…” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.”
Kitabın 583’üncü sayfasında olduğu iddia edilen bölümlerin , Milliyet’in 20 Ağustos 2010 tarihli sayısında “kitaptan alıntı” şeklinde şöyle verildiği İddianamede yer aldı:
“Ama öncelikle şunların yapılması gerekir: istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalıdır…” Alıntı yapılmış olan iki metin karşılaştırıldığında 21 kelimelik bir cümlenin yarı yarıya kısaltılarak anlamı bozmayacak şekilde
yayınlandığı görülecektir.
Cümlenin başındaki “asgari” kelimesi yerine yine aynı metin içerisinde yer alan “öncelikle” kelimesi konmuş, “asgari düzeyde şunların yapılması gerekir. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…”
Şeklindeki cümle “araştırılmalı” kelimesinden sonrası kısaltılarak;
“Ama önce şunların yapılması gerekir; istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalıdır.” şeklinde yayınlanmıştır.
*** Şimdi gelelim şok edici bölüme;
Savcılığın, 583’üncü sayfada dediği cümle 583’üncü sayfada bulunmuyor. İyi niyetle bakıldığında “583’üncü sayfa” şeklindeki ifadenin sehven yazıldığı düşünülebilir.
Gerçekten de dikkatlice okunduğunda savcılığın 583’üncü sayfada dediği cümlenin, kitabın 580’inci sayfasında olduğu görülür.
İyi niyetimizi korumakla beraber, kitabın 580’inci sayfasında ilgili cümlelere bakıldığında İddianame ile alıntı yapılan kitaptaki ifadeler arasında da farklar bulunduğunu görüyoruz.
Kitabın 580’inci sayfasındaki ilgili cümle şöyledir ;
“… Şu an bu kişilerin zararlı faaliyetlerinin önlenmesi için asgari düzeyde şunların yapılması gerekir:
Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…”
Savcılık ,kitabın basılmış nüshasının 583’üncü(gerçekte 580 olacak) sayfasından yaptığı alıntıyı iddianameye şöyle geçirdi:
“Asgari düzeyde şunların yapılması gerekir.
Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…”
Şimdi önemli soru şu; kitabın 580’inci sayfasında olan bir bölüm savcılık tarafından neden “583’üncü sayfa” şeklinde iddianameye yazılmıştır ?
İkinci önemli soru da şudur. Cümle “Şu an bu kişilerin…” şeklinde başlarken, savcılık aynı cümleyi “Asgari” kelimesiyle hem de “A” harfi büyük olarak başlatmıştır.
Elbet de şu akla gelebilir: Savcı cümlenin tamamını almak yerine ortasından almıştır.
Tabi ki bu cevap kabul edilebilir ama o zaman hukuki bir metinde başlangıcın cümlenin ortasından yapıldığını gösterecek imla kurallarına uyulması gerekmez miydi?
Yeni tırnak açıp üç nokta konduktan sonra cümleye küçük harfle başlanması gerekirdi.
Böylece iddianameyi okuyanlar o cümlenin bir başlangıcı olduğunu da anlamış olurdu.
Oysa Savcılık cümlenin başlangıç bölümünü almadığı gibi gazetedeki haberde yer verilen cümlenin devamına da yer vermiştir.
Bu açıdan bakıldığında, Savcılığın iddianamede, haber ve yazılarda “kitaptan alıntı” yaptığı bölümlerle, kitabın basılmış nüshası ile ilgili karşılaştırma yaparken şu tespitleri yapmak mümkündür ;
İddianamenin 101’inci sayfasında, 20 Ağustos 2010 tarihinde yani H. Avcı’nın kitabının gazetelere ilk kez haber olduğu gün Nedim Şener’in Posta gazetesindeki köşe yazısında kitaptan alıntı yaptığı bölümün, kitabın basılmış halinden farklı olduğu belirtilmektedir.
Bu fark her gazetede olduğu gibi editöryel çalışmalardır. Yani kitaptan alıntı yapılan cümlede anlatımı belirginleştirmek için yapılan hatırlatma ve aynı paragraf içerisinde anlamı bozmayacak kısaltmalardan ibarettir.
Bu tür redaksiyon yani kelimelerle ilgili değişiklikleri ben yapabileceğim gibi yazıdan kısaltmayı yada redaksiyonu Posta Gazetesi Yazı İşleri sorumluları da yapabilir.
Nitekim İddianamede 101’inci sayfada Posta Gazetesinde 20 Ağustos 2010 günü yayınlanan yazı ile kitaptan alıntı yapılan bölüm arasındaki en büyük fark kelime sayısıdır.
Avcı’nın kitabının 569 ve 570’inci sayfalarındaki ilgili bölüm,toplam 89 kelimeden oluşmaktadır. 89 kelimelik bu paragraf Posta gazetesindeki köşede 41 kelimeye düşürülmüştür. Tek eklenen kelime ise “Bunlar…” şeklinde başlayan cümlenin yanına neyi anlatmak istiyorsa ona uygun kelime yani(Cemaat)
kelimesi konmuştur.
Kitaplarda veya haber ve yazılarda veya herhangi bir konuda basın açıklaması yapılırken yalnızca bir isim veya “Bunlar, Şunlar, Onlar…”gibi kelimeler kullanıldığında o kitabı, haber yazı ya da açıklamayı yayına hazırlayanlar, yanına neyi ve kimi kastettiğini anlatmak için isim, soy isim ile bazen her ikisini de bazen de anlatılmak istenen grupların isimlerini yazarlar.
Burada da yapılan H. Avcı’nın, “Bunlar” derken neyi kastettiğini anlatmaktan başka bir şey değildir. Ayrıca Posta’da yayınlanan yazıda kitaptan alıntı yapılan bölümden Gazetenin yazı işleri tarafından kısaltma yapılmıştır.
20 Ağustos 2010 yani H.Avcı’nın kitabı ile ilgili gazetelerde ilk kez haber yayınlandığı gün imzamla Milliyet ve Posta gazetelerinde yayınlanan iki yazıya göz attığımızda konu daha net anlaşılacaktır.
Milliyet Gazetesinde 16.sayfada H.Avcı’nın kitabı ile ilgili “Komplo Kurdular Şikayet Ettim.” Başlığı altında verilen haberde şu ifadeler yer almaktadır;
“Bunların (Cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum. Geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım.
Kimseye karışmadan sakin üç maymunu oynayıp belki de yükselerek hayatıma devam edebilirim… ama o zaman insanlığımdan, inançlarımdan, onurumdan utanırım.herkesi kandırsam kendimi kandıramam.”
Kitabın aynı bölümden yapılan alıntı Posta gazetesinde şöyle yayınlanmıştır;
“Bunların (Cemaat) hayatımın bundan sonrasını zindan edeceğini biliyorum. Geçmişte birçok örgütün hedefi oldum. Ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım. Eskişehir gibi güzel bir kentte 200 metrekare evimde dostlarımla mutlu mesut yaşayabilirdim. Ama o zaman insanlığımdan, onurumdan utanırım, herkesi kandırsam kendimi kandırmam.”
Milliyet ve Posta gazetelerinde 20 Ağustos 2011 günü ,H.Avcı’nın kitabının aynı bölümüne ilişkin yazılmış bölümler arasında bile farklar ortadadır. Çünkü muhabir bir metni yazdığında yazı işlerinde sorumlular tarafından kısaltma ve değişiklikler yapılır.
Her iki yazı da benim imzamla yayınlandığına göre ve iddianamede iddia edildiği kitabın basılmış halinden önceki taslak hali bende olduğunu varsayarsak o zaman Milliyet’te yayınlanan haber için bir taslak Posta’da ki yazı için ayrı bir taslakta faydanmış olduğumu düşünmemiz gerekir(!)
Bu da normal bir düşünce olmasa gerek. Eğer bir adet taslak varsa hem Milliyet’te ki haberde hem de Posta’da ki yazıda kitabın aynı bölümünden yapılan alıntının aynı olması gerekir. Fakat görülüyor ki ben bir haber metni yazmışım o metninden iki paragrafı Milliyet ve Posta’daki yazımda kullanmışım, her iki gazetenin yazı işler sorumluları da metinlerden kısaltma ve anlamı bozmayacak şekilde kelime değişiklikleri yapmış ve yayınlamıştır.
** Gelelim yine iddianamenin 101’inci sayfasında yer alan 31 Ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki köşesinde yayınlanan “Avcı’ya Kitabı Yazdıran Cemaatin İstanbul Polisindeki Lideri” başlıklı yazısındaki iki cümle ile H.Avcı’nın kitabından alıntı yapıldığı belirtiler bölüm arasındaki farka;
H.Avcı’nın kitabının 480-481’inci sayfalarındaki ”Emin Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan…” cümlesi,
Posta gazetesindeki yazımda;
“Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla tutuklanan Emin (Arslan) Bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalardan memnun olmayan…” şeklinde aktarılmıştır.
Yani kitabın orjinalinde, “Emin Bey” şeklinde kimliği tam olarak anlaşılmayan kişinin kimliğini ve hakkında ne gibi işlemler yapıldığını ifade etmek için “hakkında uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiasıyla
tutuklanan” şeklinde bir ekleme yapılmış.”Emin” isminden sonra parantez içinde soyadı ”(Arslan)” şeklinde yazılarak okuyucuya net bir bilgi aktarılması sağlanmıştır.
Yine aynı tarihli köşe yazımda verilen bir başka örnekte aynı düşünceyle redakte edilmiştir :
Hanefi Avcı’nın kitabının 432-433’üncü sayfasında yer alan, ”sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla polis okulunda görev bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyimi ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi
olmayan), hatta…” şeklindeki cümle, Posta gazetesi 31 Ağustos 2010 günü köşe yazımda şu biçimde aktarılmıştır;
“Hrant Dink cinayetinden sonra Ahmet İlhan Güler görevinden alındı yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyimi ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi olmayan), hatta…”
31 Ağustos 2010 günkü Posta gazetesindeki köşe yazısından verilen örnek ile kitabın aynı bölümündeki cümlelerdeki tek fark “sonunda Ahmet görevden alındı…” şeklindeki başlangıç cümlesinin başına “Ahmet “ diye ifade edilen kişinin kimliğini netleştirmek için görevden alınmasına neden olan olay ve tam kimliğini vermek için ikinci ismi ”İlhan” ve soy ismi “Güler” kelimelerinin yer almasıdır.
Görüldüğü gibi Posta gazetesinin 31 Ağustos 2010 günkü sayısında Nedim Şener imzasıyla yayınlanan yazı ile H.Avcı’nın Kitabında yer verdiği ilgili bölümdeki tek fark belirsiz olan isimlerin kimliklerini ve özelliklerini okura anlatmak için yazar yada yazı işleri tarafından yapılan editöryel eklemelerdir.
İDDİANAMENİN 102’İNCİ SAYFASINDAKİ “İMAMIN ORDUSU İSİMLİ DÖKÜMANIN “ YAZDIRILMASINDA GÖREV ALDIĞIM İDDİASINA YANITLARIM :
İddianamede Nedim Şener’in “İMAMIN ORDUSU” isimli kitabın yazdırılmasında görev aldığına ilişkin delil olarak Oda TV’ye yapılan polis baskınında ele geçen bir başka “word” dokümanı gösterilmiştir.
Ahmet Şık’ ın kitabına katkım iddiası polis bilirkişilerin dosya eklerinde yer alan 49 sayfalık raporunda yalnız bir kez adımın geçmesine dayanmaktadır.
İddianamede ve eklerinde Ahmet Şık ile bu konuda çalıştığımıza dair tek bir delil yoktur. İddia tamamen polisin ve savcılığın varsayımıdır.
Soner Yalçın tarafından oluşturulduğu iddia edilen “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanda ;
“Sabri’nin Kitap konusunda çekincesi var ikna etmeye çalışalım, kitabı seçimden önce yetişmeli. Nedim Ahmet Şık’la bu konuda görüşsün… Nedim’i kutlarım. Ahmet’i çalıştırsın…” yazdığı ileri sürülmektedir.
İddianamede , söz konusu dokümanda geçen “Nedim” isminin, Nedim Şener olduğuna dair geçerli somut hiçbir delil bulunmadan, Nedim Şener’in haberdar olmadığı , 3. kişilerce hazırlanmış sözde word dokümanını talimat olarak yorumlamış, Nedim Şener hakkında doğruluğu tartışmalı olan “Ulusal Medya 2010” belgesine dayanarak Sabri Uzun ile bir kitap konusunda temasa geçtiği ve bir kitap çalışması yaptığını iddia etmiştir.
İddianamenin bu bölümünün devamında , “İmamın Ordusu” isimli kitap konusunda Ahmet Şık’ı yönlendirdiği iddia edilmektedir.Bu iddia da tümüyle haksız ve dayanaksızdır.
1- Öncelikle “Nedim” olarak geçen ismin Nedim Şener olduğuna dair hiçbir delil yoktur.
2- Nedim Şener “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanı ve Ulusal Medya 2010 isimle dokümanı görmemiş haklarında bilgi sahibi olmamıştır.
3- İddia edildiği gibi H. Soner Yalçın’dan bu içerikte bir görüşmesi olmamıştır. Ne “Hanefi” ne “Nedim” ne de “Sabri Uzun.doc” adlı
dokümanların içerikleri ile yalnız Soner Yalçın değil hiç kimse ile görüşme telefon konuşması, mesaj alış verişi yapmamıştır.
4- Nedim Şener ne H. Avcı’nın ne de A. Şık’ın kitap çalışmalarında bulunmamış herhangi bir yönlendirmede ya da talimat gibi bir eylemin
içinde yer almamıştır.
5- H. Avcı gibi A, Şık’ta Savcılık ve mahkeme ifadelerinde yazdıkları kitapta Nedim Şener’in bir katkısı ya da yönlendirmesi olmadığını açıkça beyan etmişlerdir.
6- Yapılan aramalarda Nedim Şener’in evinden ne talimat olduğu söylenen dokümanlar ne Ulusal Medya 2010 adlı doküman ne de adı geçen herhangi bir delil bulunmamıştır.
Varlığını bu soruşturma ile öğrendiğim bir kitap çalışması ile uzak yakın ilgim olmadığı halde nerede nasıl oluşturulduğu belli olmayan sadece bir word dosyasına dayanılarak Ahmet Şık’ı, bir örgüt stratejisi olarak kitap çalışmasına yönlendirdiğim şeklindeki temelsiz iddiayı/ suçlamayı tümüyle reddediyorum.
AÇIKLADIĞIM BU NEDENLERLE ;
a. dayanağı hiç araştırılmadan sözde hakkımda gönderilen mail ihbarı üzerine Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasına dahil edilerek
2 yıldan bu yana telefonlarım yasaya aykırı olarak dinlenmiş ve hiçbir bilimsel inceleme yapılmadan bir bilgisayarda bulunan
word dosyaları içeriğine ve 3. kişilerin kasıtlı beyanlarına dayanarak oluşturulan kasıtlı tespit raporları ile
b. hiçbir somut geçerli yasal delil olmaksızın piyasada satılan bir kitabın yazılmasına katkıda bulunduğum , diğer kitap çalışması
içinde olduğum kabul edilerek terör örgütüne talimatla yardım ettiğim suçlaması nedeniyle evrensel hak ve özgürlük olan ifade
özgürlüğü, kamuoyunun bilgilenme hakkı apaçık ihlal edilerek ,
20 yıllık gazeteci /yazar ben Nedim Şener hakkında, yardım ederek terör örgütü üyeliği suçlaması ile cezalandırılmam için açılan bu davadaki , tüm suçlama ve tespitlerin yasal dayanaktan yoksun olduğunu ve atılı suçun yasal unsurlarının bulunmadığını bir kez daha belirtiyorum ve beraatimi talep ediyorum.
AYRICA ÖNCELİKLE, dosyada mevcut delillerle hakkımda dava açılabildiğine , 8 ay süresince dosyada başka delil toplanmadığına ve suçlamaya göre mevcut deliller karşısında hakkımdaki suçlamaya göre TUTUKLULUK NEDENİNİN BULUNMADIĞI GÖZETİLEREK ceza/ yaptırım haline gelen 10 aya yaklaşan tutukluluk halimin kaldırılmasına karar verilmesini saygı ile talep ederim. 03.01.2012
NEDİM ŞENER
EK : 1. Açık Toplum Vakfı adına İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılan dilekçe ve cevabi yazı.
2. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 2009/89 E. Sayılı dosyada Ramazan Akyürek tarafından sunulan dilekçe ve Nedim Şener’in beyanını içeren 16.12.2009 günlü oturum zabtı.
3.10.10.2010 günlü Akşam Gazetesi’nde açıklamalarımın yayınlandığı Haber.
4.Haliçte Yaşan Simonlar kitabının tarafıma 19.8.2010 tarihinde kargo İle Yayınevi tarafından gönderildiğine ilişkin fatura ve kargo bilgisi.
5.Mehmet Baransu ‘nun kitabında , Hanefi Avcı’nın kitabından alıntı yapılan paragraf arasındaki farkılılıkları gösteren kitap sayfası örnekleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder