ANGA 3 MART EYLEMİ BASIN AÇIKLAMASI:
Sizin hiç sabahın köründe eviniz basıldı mı?
Hiç sebepsiz yere eşinizden, çocuğunuzdan koparılıp, delilsiz, mesnetsiz ve sebepsiz yere hapse
tıkıldınız mı?
İşinizi hakkıyla yaptığınız için yıllarca, yok yere hapis yatmakla terbiye edilmeye çalışıldınız mı?
Bundan tam bir yıl önce iki gazeteci, Ahmet Şık ve Nedim Şener size gerçekleri anlatmaya çalıştıkları
için bunları yaşadı.
Güneşin doğmasını bekleme ve zili çalma nezaketine sahip polislerce evlerindeki ve işyerlerindeki
arşiv ve çalışmalarına el konarak emniyete götürüldüler.
Ahmet Şık evinin kapısından çıkarken tarihe geçen ve hafızalarımıza kazınan o meşhur “Dokunan
yanar” sözlerini haykırdı tam 366 gün önce bu sabah.
Aradan geçen sürede devlete ve cemaate dokunduğu için hapse atılan gazeteci sayısı ikiye katlandı,
şu anda 104 gazeteci cezaevinde.
O gazetecilerin yazdıklarını halka ulaştırmaya çalışan dağıtımcılar ve gazete çalışanları da bu susturma
operasyonundan nasibini aldı. 35 dağıtımcı ve gazete çalışanı da hapiste.
Sadece hapse atarak değil, işten attırarak da susturma operasyonuna devam ettiler.
Bir yıl önce televizyonlarda gördüğünüz birçok gazeteci, yaratılan korku iklimi ve sansür
mekanizmasının kurbanı olarak ekranlardan sırayla el çektirildi. Köşelerde cesur yorumlar yapan
yazarlar işten atıldı.
Geçmişte gazetecilere kurşun atanların yerini alanlar, ilk olarak yine gazetecilere saldırdılar. Bu kez
kurşun kadar ağır iftiralar attılar.
Ancak arkadaşlarımız tutuklanırken, cemaat merkezlerinden aldıkları talimatlarla büyük iftiralar
atanlar aradan geçen bir yılda iddialarının hiçbirini kanıtlayamadılar.
Tam aksine delil sayılan yayımlanmamış kitapta yazanların gerçek olduğunu yaşayarak gördük.
İmamın Ordusu tüm unsurlarıyla ve yöntemleriyle devlete hakim olma hedefinde olduğunu gösterdi.
Ahmet Şık’ın kitabında yazanların gerçekliğini kanıtladılar.
Nedim Şener’in yazdığı kitaplarda ortaya çıkardığı istihbarat yalanları, Hrant Dink davasının sonunda
hukuk tarihine geçen bir skandala dönüştü.
Nedim’in kitaplarında ortaya çıkardığı gizli ve derin örgütü, mahkeme ne hikmetse bulamadı. Aynaya
bakanlar karşılarındaki örgütü göremediler.
İşte Ahmet ve Nedim’in de göstermeye çalıştıkları da bu iki tabloydu.
Devleti ele geçiren yeni egemenler, eski taktikleri cilalayarak Uğur Mumcu’dan Musa Anter’e, İzzet
Kezer’den Hrant Dink’e kadar öldürerek yapamadıklarını, bu kez hapse atarak yapmak istiyor.
Gerçekleri böyle perdelemek istiyorlar.
Bu yüzden, dünyada en çok gazeteci hapsedilen ülke ne yazık ki Türkiye.
Tam bir yıl önce arkadaşlarımız gözaltına alınınca peşlerinden gittik. Beşiktaş’taki eski Devlet Güvenlik
Mahkemesi yeni Özel Yetkili Mahkemelerin olduğu binanın önünde sabahlara kadar bekledik.
Tutuklanmayacaklarına inanıyorduk. Delil yoktu. Aklımız almıyordu tutuklanmalarını. “Hayatın olağan
akışına tersti.” İnanıyorduk ki gerçekler adaletin terazisinde mutlaka iftiraya karşı ağır basar. Başka
güvencemiz de yoktu.
Yanılmışız. Hem de fena şekilde. Bir yıldır içerde olan iki arkadaşımız ve onlara katılan onlarcası bunun
kanıtı oldu.
Bu gerçeği insanlara anlatmak için bir araya gelen bizler, ANGA olarak bir yıldır sizleri de peşimizden
sürükledik. Bazen yağmur altında mahkemelere yürüdük, bazen kar altında gece yarılarına kadar
mahkeme kapılarında bekledik.
Bugün artık herkes, bir yıl önce karşı çıkanlar da Türkiye’de böyle bir sorun olduğunu kabul etmek
zorunda kaldı.
Her ne kadar bazı bakanlar dünyaya yalan söylemeye çalışsa bile, bu ayıp artık üstü örtülemeyecek
hale geldi.
Eğer 600 öğrenci haksızca hapse atılıyorsa,
Eğer köyüne ve deresine sahip çıkan köylülere işkence ve biber gazı reva görülüyorsa,
Eğer her gün onlarca kadınlar erkek egemenlerce öldürülüyor ya da dövülüyorsa ,
Eğer çocukların cinsel tacize uğradığı cezaevlerinin müdürü terfi ediyorsa,
Eğer memura sendika, işçiye grev yasaklanıyor ve hepimizin kıdem tazminatı yok edilmek isteniyorsa,
Eğer hepimizin hakkını savunacak olan avukatlar da işlerini yaptıkları için hapsediliyorsa,
Eğer hala insanlar etnik ve dini kimliğini özgürce ifade edemiyor, dini kimlikleri nedeniyle kapılarına
işaret konarak katliamla tehdit ediliyorsa,
Eğer bu ülkenin tam ortasında nefret mitingine dönüşen gösterilere devletin bakanları koruma
kalkanı olabiliyor ve kimse sesini çıkaramıyorsa,
Bilin ki bunları ifade edecek gazetecilerin çoğu ya cezaevlerinde olduğu ya da görev başında olmadığı
içindir.
Bakırköy Kadın Cezaevi’ndeki genç gazeteci arkadaşımız Zeynep Kuray, tutsak bulunduğu
cezaevindeki kadınların köle olarak çalıştırıldığını bildirdi önceki gün.
Türkiye büyük bir hapishaneye dönüştürmek isteyenlerin gazetecileri hapse atmakla
susturamayacaklarını artık anlamak zorundalar.
İçeride de olsak, dışarıda da, biz gazeteciler gerçeği yazmaya, söylemeye ve anlatmaya devam
edeceğiz.
Yansak da dokunacağız.
Paylaşımlarınız işimizi gördü ve sık sık bloğunuzu takip etmeye başladık.Asp tasarim firması olarak paylaşımlarınızın devamını bekliyoruz.
YanıtlaSil