16 Ekim 2011 Pazar

Express'ten Ahmet Şık röportajı - 4 Nisan 2011

Silivri Cezaevi'nde bir aydır tutuklu bulunan gazeteci Ahmet Şık, aylık yayınlanan Express Dergisi'nin sorularını yanıtladı. Kendisini cezaevine götüren süreci, yapılan haksızlık ve dezenformasyonları mektup yoluyla Express'e ileten Şık, "Bu notlardan sadece kitabın dokusuna, yani gazetecilik faaliyetime uygun olanları dikkate aldım, kişisel görüş içeren notları ise kullanmadım. Kitap ortaya çıktığında bu durum kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Kaynaklarımın kimler olduğunu ise basın meslek kurallarına riayet ederek saklayacağım" dedi.

"İmamın Ordusu" geçici bir isim miydi, kitap bu isimle mi çıkacaktı?
Kitabın adı olarak duyulan "İmamın Ordusu" bir arkadaşımın önerisiydi. Aslında, meseleyi çok iyi özetleyen bir isim olmasına karşın içime sinmiş değil. Çok provokatif ve daha önemlisi, Ergun Poyraz'ın o garip kitaplarının adları gibi. Telefonu mu dinleyenler de şahittir; kitaba bir isim arıyordum. "İmamın Ordusu" nihaî karar değildi. Ama dediğim gibi, soruna odaklanmamız anlamında çok manidar bir isimdi. Elbette ki malûm şahıs imam değil, vaiz; polis de ordu değil.

Gözaltına alınırken "dokunan yanar" dedin. Tutuklanmandan sonra, birçok köşe yazarı (Ekrem Dumanlı, Emre Uslu, Etyen Mahçupyan) yıllardır yayınlanan, şu anda da piyasada bulunan Gülen'i ve hareketini eleştiren onlarca kitap olduğunu ve yazarlarının, örneğin Hikmet Çetinkaya'nın başına bir şey gelmediğini yazdı. Senin kitabının farkı neydi; neye "dokundun" da "yandın"?
Beni hedef yapan, cemaatin artık iktidar olması ve bu iktidarın getirdiği gücü sonuna dek kullanabilecek bir gözü dönmüşlüğe bürünmesi. Kitapta öyle çok şok edici bilgiler yok. Ancak, aslında gerçekten şok edici olan bugüne dek dillendirilen iddiaların derli toplu, kronolojik, belgeye dayalı şekilde yerinde bir hafıza tazelemeyle meraklısına aktarımı söz konusu.
Hele ki Ergenekon soruşturmalarının mahiyetinin ve derinleştirilmemesinin eleştirildiği bir dönemde, süreci bir de bunları okuyarak değerlendirin demek önemliydi. Bunu söyleyen kişinin ulusalcı, milliyetçi, ırkçı, faşist çetelerin uzağında, sosyalist kimliğe sahip olması da önemliydi, ki gözaltına alınmamdan iki gün önce telefonda konuştuğum Alper Görmüş de bu noktanın altını çizmişti.
Ancak, bırakın tutuklanmayı, gözaltına alınacağıma dahi ihtimal vermediğini de söylemişti. Gerçi bu "tuhaflığı" köşesinde bu kadar net dile getirmedi. Ama olsun. O da beni şaşırtmadı.

Savcı Zekeriya Öz, kitabın nedeniyle tutuklanmadığını açıkladı. Aradan üç hafta geçmeden kitap taslağına el konulması kararı çıktı ve İthaki Yayınları'nın, avukatlarından Fikret İlkiz'in ve Ertuğrul Mavioğlu'nun bilgisayarlarındaki taslaklar polisin el koyma işlemi sırasında silindi. Sizin koğuşunuzda dahi arama yapıldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
Savcılık kendi kendini tekzip etmiş oldu. Demek ki kitabın bizatihi kendisi sorunmuş. Şimdi tümüyle yayınlanmasını engellemeye çalışıyorlar. Neymiş, kitap yayınlanırsa Ergenekon amacını gerçekleştirmiş olacakmış. Bunu diyenlerin amacı, kitabı üzerindeki notlarla, redaksiyonu yapılmamış, editör elinden geçmemiş haliyle yayınlayıp beni zor durumda bırakmak.
Birazcık sağduyusu olan herkes bu notların talimat niteliği taşımadığını, bilgi yanlışlarını düzeltmeye yönelik olduğunu kolayca görecektir. Yönlendirme havası olan bazı notlar içinse söyleyebileceğim tek şey, bu notlara uygun içerik kitabın son halinde var mı, yok mu, onu araştırmalarıdır. Böyle olmadığı, kitabı yalnızca benim yazdığım er ya da geç ortaya çıkacak.
Her şeyden önce, bu kitabın basılacak nüshası gözaltına alındığımda henüz hazır değildi. İçerik olarak, Hanefi Avcı'ya gönderdiğim soruların cevaplarıyla birlikte, polisin ağır silahlar ithal etmesine ilişkin mevzuatla ilgili araştırmam sürüyordu. Ama asıl şekil yönünden, yani bölümleme, sistematik ve redaksiyon yönünden editör eli değmemişti.
Taslaktaki notların Ergenekon'un notları olduğu, senin ise savcılık sorgunda notların hepsini sahiplendiğin iddia ediliyor. Bu konuda ne diyorsun?
Bu notlardan sadece kitabın dokusuna, yani gazetecilik faaliyetime uygun olanları dikkate aldım, kişisel görüş içeren notları ise kullanmadım. Kitap ortaya çıktığında bu durum kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Kaynaklarımın kimler olduğunu ise basın meslek kurallarına riayet ederek saklayacağım.

Emniyet'teki Gülen kadrolaşması "laikçilerin" iddia ettiği kadar vahim mi, yoksa işin içinde biraz paranoya mı var?
Kitabı yazarken kendi kendime işin geldiği noktadan o kadar endişe eder cümleler söylüyordum ki, sormayın. Bir ara, "oğlum kafayı yedin, kökten laikler gibi mi düşünüyorsun?" diye soruyordum kendime. Eşim Yonca'yla gülüyorduk halime. Ama bu soruları on metrekarelik bir hücreden ve penceremin gösterebildiği kadar gökyüzüne karşı yanıtlıyorsam, evet, durum vahim.
Özgürken bir yazımın sonunu "Fettayyip Sûresi der ki, bir gün her muhalif Ergenekon'u tadacak" diye bitirmiştim. O gün benim için geldi. Sırada kim var?

Kadrolaşma nasıl bir yöntemle oluyor? Önceki kadrolar tasfiye edilerek, hareketin içinden gelme elemanlar mı yerleştiriliyor? Var olan kadroları nasıl kendilerinden yapıyorlar? Kaç yıllık bir süreç söz konusu? Kadrolaşma en çok hangi birimlerde?
Emniyet'teki kadrolaşmanın kökleri 1970'lere kadar iniyor. O zamanlar da çeşitli dinî gruplar var Emniyet'te. Ağırlıklı olarak Millî Görüşçüler hâkim dinî yapılar içinde. 1970'lerin ortalarından itibaren cemaatin en çok önemsediği birimler polis okulları, polis akademileri ve buna bağlı olarak Personel Daire Başkanlığı.
Okul ve akademideki öğrencilerin mezun olduklarında görev alacakları birimler Personel Daire Başkanlığı eliyle belirleniyor çünkü. Eğitim kurumlarındaki cemaat mensupları (üst sınıf öğrenciler, akademisyenler ve diğer görevliler) vasıtasıyla örgütlenme yapılıyor.

Gülen hareketinin en çok önemsediği birimler hangileri?
Şu anda iddiadan öteye gitmez elbet ama, İDB ve KOM dairelerinde yüzde 90, TEM dairesinde yüzde 70 cemaat kontrolü olduğunu düşünüyorum.
Gözaltına alınmadan önceki günlerde, alınacağını tahmin ettiğini biliyoruz. Sana bunu düşündüren neler oldu?
AKP'nin siyasî ikbalinin devamlılığını sağlayan malûm soruşturmalar eleştirilince ya da birtakım hukuksuzluklar olduğu dile getirilince Ergenekon, KCK, Devrimci Karargâh torbalarından birinde yer almanız işten bile değil. Benim başıma gelen de bu. Birtakım aklı evveller ellerini açtılar, önlerine atılacak kemiği bekliyor: Acaba Ahmet'le ilgili ne sızdırılacak?
Ben size söyleyeyim. Yasadışı dinlenen telefon konuşmalarımdan cımbızlamalar, kitapla ilgili yaptığım görüşme, taslak ve röportajlarla ilgili işlerine gelen kısımların sızdırılmasıyla rıza üretecekler. Bugüne dek hep böyle oldu, bundan sonra da farklı olmasını beklemiyorum.

Cezaevi şartları nasıl? Zaman nasıl geçiyor?
Bu cezaevlerini inşa eden sistem Nazi kafasıyla çalışmış. Koğuşu paylaştığın kişi dışında kimseleri göremiyorsun. F tipi olmamasına karşın, istendiğinde tamamen izole edilebilir burada insanlar. Bize karşı cezaevi personelinin bir olumsuzluğu yok. Bolca okumaya çalışıyorum. Görüşler dışında beni en çok mutlu eden mektuplar. Herkese dostluk ve sevgilerimi gönderiyorum.

(*) Röportajın devamı Express dergisinin Nisan başında yayımlanan 118. sayısında okunabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder